Kadınlar her gün iktidar ve yandaşların hedefinde. Bu kez de Melike Şahin bedel ödeyen kadınlara adadığı ödül konuşması nedeniyle lince uğradı. Türkiye Sanat Özgürlüğü’nü İzleme Platformu’ndan Tuğba Sivri, kadınların ‘hizaya sokulmak’ istendiğini kaydetti.

Gerici baskı ve dayatma, omuz omuza aşılacak

Işıl ÇALIŞKAN

Seçimin ardından gelen sanat yasakları yeni dönemin sinyallerini veriyor. Konser yasakları, hedef göstermeler, cezalandırmalar birbirini kovalıyor. Son olarak Elle Style Awards Ödülleri‘nde “Yılın Stil Sahibi Müzisyeni” ödülünü alan Melike Şahin’in ödül konuşması iktidar kanadı tarafından hedef gösterildi.

 Ödülünü kadınlara ve LGBTİ+’lara ithaf eden Şahin, “Bu topraklarda kimi sevdiğimizle yargılanmadığımız günler gelecek. Ödülümü, hak ettiğimiz dik gülüşlere ve ödediğimiz bedellere adıyorum” şeklinde konuştu. 

Merve Dizdar ve Melek Mosso’nun hedef gösterilmesi de bu örnekler arasında. Türkiye Sanat Özgürlüğü’nü İzleme Platformu’ndan akademisyen Tuğba Sivri ile sanata uygulanan baskıları konuştuk. 

Türkiye Sanat Özgürlüğü’nü İzleme Platformu’nun varlığından başlayalım isterim. Böyle bir platformun kurulma gereksinimi bile ülkedeki acı gerçekleri ortaya koyuyor aslında. Bu platform nasıl ve ne amaçla ortaya çıktı?

COVID-19 pandemisi, tüm dünyada sanatçıların ne kadar güvencesiz koşullarda çalıştığını, kültür sanat sektörünün ne kadar kırılgan bir zeminde olduğunu, özellikle Türkiye'de sanatçıların örgütlenmesinin ne kadar gerekli olduğunu çok net bir şekilde ortaya koydu. Enstrümanını satan, başka işte çalışmak zorunda kalan ve hatta intihar eden pek çok sanatçı haberi okuduk. Bunların yanında tüm dünyada güçlenen küresel otoriter muhafazakârlığın bir sonucu olarak sanata yönelik baskılar da her geçen gün artmaya devam etti. 2022'de pek çok konser, festival tarikatların baskısı neticesinde iptal edilirken diğer yandan yasaklar, kısıtlamalar, kitap toplatmalar söz konusu oldu. Her ne kadar bağımsız gazeteciler ve ifade özgürlüğünü savunan çeşitli kuruluşlar bu konudaki haberleri takip etse de konuya yönelik özel bir çaba olmaksızın sanatsal ifade özgürlüğünün ne durumda olduğunu takip etmek güçleşiyordu. Hele ki geniş kitlelere hitap etmeyen, bazen haber dahi olamayan sanat dallarından bağımsız sanatçıların yaşadıkları görünmez olmaya mahkûm gibiydi. Biz de Sanat Özgürlüğünü İzleme Platformu'nu (SÖZ) kurarak bu konuda sistemli bir takip süreci başlatmak istedik. Haftalık ve aylık raporlar hazırlayarak kısıtlamaları takip ediyor; sanatçıların yaşadıkları her türlü baskı, sansür, yasak ve hukuksuzluğu kayıt altına alıyor; keyfi yasaklarla yok edilmeye çalışılan yaratıcı ifade özgürlüğünün korunması için yeni yollar arıyoruz. Bu konuda karar alıcılarla sanatçıları bir araya getirmek istiyoruz. 

Sanatın engellenmesi ülkedeki iktidarın yönetimine ilişkin nasıl bir bilgi verir?

Kültürel hegemonya, son yıllarda en çok duyduğumuz kavramlardan biri oldu. Hegemonya, Gramscici anlamda tek taraflı bir baskıyla değil; rıza üretilerek kurulur. Bu rıza üretiminin en önemli ayağı da kültürel sahadır. Türkiye'deki iktidar da bunun farkında, bu nedenle kültürel alanı kontrol altından tutmaya çalışıyor. Sanatın engellenmesi, bu anlamda tamamen mümkün değil; çünkü kültürel hegemonya dediğimizde bir yandan baskı söz konusuyken diğer yandan direniş de vardır. Sanatı ve sanatçıları baskıyla engellemeye çalıştığınızda hegemonyayı kuramazsınız, çünkü hegemonya rızayla üretilir. Eğer 20 senedir iktidar olan bir siyasi yapı, hâlâ sanatçıları hukuk, medya ve ekonomik güçle baskı altına almaya, sansürlemeye çalışıyorsa o hegemonya tam olarak kurulamamış demektir. Sanatçıların gönüllü olarak iktidara hizmet edecek üretimde bulunması, iktidarların asıl isteğidir. Ancak söz konusu muhafazakâr ve gücünü sürekli kılmaya çalışan bir iktidar olduğunda, üretilecek ürünler de çok kısıtlı bir alana sahip oluyor; bu bağlamda sanatçıların bu amaca uygun üretimde bulunması da söz konusu olamıyor. Yani baskı kaçınılmaz oluyor.

Sanatsal özgürlükler son dönemde ülkemizde en çok hangi alanlarda engellemelerle karşılaşıyor?

Son zamanlarda, aslında ülkedeki diğer alanlarda olduğu gibi sanatta da kadınların çok yoğun bir baskı altında olduğunu söylemek mümkün. Kadın sanatçılar, söyledikleri sözlerden giydikleri kıyafete kadar çeşitli şekillerde hizaya sokulmak isteniyor. Bunun yanı sıra popüler kültür ürünlerinin de hiç olmadığı kadar denetim altında olduğunu söyleyebiliriz. Dizilerden müzik video kliplerine her türlü popüler kültür ürünü iktidarın yakın markajı altında. Bu alanda süreç genellikle hedef gösterme, dava yoluyla yıpratma/yıldırma, yasaklama/cezalandırma şeklinde ilerliyor.

Seçim öncesinde özellikle Kürt sanatçılara yönelik yoğun bir baskı ve saldırı vardı. Kürtçe tiyatro, uzun süredir yasaklamalarla karşılaşıyordu ancak seçim öncesinde Kürt gazeteci, hukukçu ve insan hakları aktivistlerine yönelik gözaltı sürecinde sanatçılar da gözaltına alındı. Bu bir baskı ve göz korkutma eylemiydi. Aynı durumun ülke genelinde de uygulanmaya başlandığını görüyoruz.

Bu tür hedef gösterme ve gözaltı baskılarından başka ekonomik belli zorluklar da kültür sanat ortamını derinden etkiliyor. Bir yandan devletin sanata yönelik kaynaklarının iktidar yanlısı sanatçılara aktarılması ve muhalif sanatçıların gayriresmi bir ambargoya maruz kalması söz konusu. TRT dizilerinde rol alan oyuncuların sosyal medya paylaşımlarına dayanılarak işten çıkarılması gibi örneklerle karşılaşıyoruz. Yahut belli tiyatro salonlarının kapatılması, muhalif belediyelerin etkinlik alanlarının yıkılması, Kültür Bakanlığı desteği alan filmlerin belli içeriklere sahip olmasının beklenmesi ve aksi takdirde hibenin geri istenmesi gibi ekonomik baskılar söz konusu. Yayıncılık sektörü de bundan nasibini alıyor. Bir yandan kur farkı, diğer yandan küresel kâğıt krizi yayıncılık sektörünü büyük bir krize soktu. Birçok yayınevi, basılı dergi kapanmak zorunda kaldı. Bunun yanında Muzır Neşriyat Kurulu da asıl amacı çocuklara yönelik yayınları kontrol etmek olmasına rağmen yetişkinlere yönelik pek çok kitap için müstehcen olduğu gerekçesiyle toplatma veya poşet içinde satma kararları vermeye başladı. Bunlar hukuksuz uygulamalar ve genelde mahkemeye taşındıktan sonra geri alınan kararlar. Bu nedenle de sadece yıldırma amaçlı, sanatçıları otosansüre sürükleyen baskı araçları olduğunu söyleyebiliriz.

Tuğba Sivri

Seçimin üzerinden henüz birkaç gün geçmişken yasaklar gündeme gelmeye başladı. Bu durum yeni döneme ilişkin nasıl mesajlar veriyor? Yeni döneme dair öngörüleriniz neler?

Seçim öncesinde, uzun yıllardır kültürel olarak kutuplaşmaya yönelik geliştirilen siyasetin sanatçılara dönük şekilde uygulandığını gördük. Örneğin Merve Dizdar'ın, Cannes'da ödül alırken yaptığı konuşmaya yönelik iktidarın kültür-sanat yetkilileri tarafından hedef gösterilmesi bu kutuplaştırma siyasetinin bir uzantısıydı. Konuşmada dayanışma ve mücadele mesajının olması, sanatçının terörle ilişkilendirilmesine yetti. Sanatçıların konuşmaları, sosyal medya paylaşımları, sanatsal üretimlerinin içerikleri terörle ilişkilendirildiğinde bu durum hem piyasadan iş almalarını imkânsız hale getirebilir hem de otosansüre neden olabilir. Ancak diğer yandan başka kadın sanatçılar da ödül alırken konuşmalarında kadın dayanışmasından bahsederek Dizdar'a desteklerini açıkladılar. Bu olumlu bir gelişme.

Bunun dışında kadınlara yönelik baskıların artmasıyla beraber kadın sanatçıların da daha büyük zorluklarla karşılaşacaklarını tahmin etmek zor değil. Seçim öncesinde başlayan konser iptal ettirme, hedef gösterme gibi eylemlerin, meclisteki yeni yetkili isimlerin istekleri doğrultusunda yoğunlaşacağını söylemek mümkün. Aynı durum yayıncılık sektörü için de geçerli. Müstehcen olduğu gerekçesiyle yasaklanan/toplatılan kitapların çoğalması olası görünüyor.

Diğer yandan sanatçıların örgütlenmeye başladıklarını, toplu halde söz söylemeye yöneldiklerini de görüyoruz. Özgür Sanat Meclisi bu oluşumların örneklerinden biri. Sanatçılar, pandemiyle birlikte farkına vardıkları güvencesizliğe ve muhafazakâr politikaların baskılarına karşı bir arada hareket etmeye başladılar. Bunun olumlu bir gelişme olduğunu düşünüyor ve iktidarın keyfi politikalarına sınır getireceğini umuyoruz.

Sanatçılar sonraki süreçte kendini nasıl konumlandırmalı?

*  Sanatçıların sessizleşmesi ve otosansüre başlaması, kültür-sanat ortamı için en büyük tehlike. Sanatçıların, tıpkı Merve Dizdar'ın açıklaması sonrası terörle ilişkilendirilmesine yönelik tepki göstererek kendisine destek vermesi gibi, herhangi bir hak ihlali ya da hedef gösterme söz konusu olduğunda bir arada durmaları gerekiyor. Bunun yanı sıra çeşitli şekillerde örgütlenmeler, sanatçıların yalnız kalmasını engelleyecek ve baskılara karşı daha güçlü durabilmeyi sağlayacaktır. Burada özellikle maddi olarak belli bir güvencesi olan sanatçılara daha büyük görev düştüğünü düşünüyorum. Çünkü sanatla geçinmeye çalışan ancak ekonomik güvencesi olmayan sanatçıların, sektörden iş alamamak gibi tehditlere karşı durmaları çok daha zor. Bu nedenle ülkenin kültür sanat ortamının gitgide daralmaması, hatta belki "sıranın kendilerine gelmemesi" için güçlü isimlerin susmaması gerek demek istiyorum.

***

Hayko Cepkin: Sözlerimin arkasındayım

Sosyal medyadan kendisinin seçim öncesindeki sözlerini hatırlatıp “Konserler yasaklanmadı” gibi tuhaf bir argüman kullanan iktidar destekçisine yanıt veren Hayko Cepkin, konserlerin oy verecek gençlerin oranı yüksek olduğu için stratejik nedenlerle yasaklanmadığını belirterek, sözlerinin arkasında olduğunu söyledi.