Haziran başı itibariyle Covid-19 salgını bitmiş olarak değerlendirildi.

Her şeye muktedir olanlar “normalleşin” dediler.

Talimatın karşısında durulmaz.

Neyse kimse, “daha önce neden anormaldik de şimdi normalleşiyoruz?” diye sormadı… Herkes kendini sokağa attı.

Çok mutlu olduk. Ulufeye şükran duyduk!

Kimimiz deniz kıyısına, kimimiz de parklara koştuk!

Mangallar, halaylar, öpüşmeler sarılmalar! Ve Normalleştik!

Oysa dün tüm haberlerde Koronavirüs vakalarında gözle görülür artış olduğu yer aldı…

Yani normalleşme kararının hatalı olduğu ortaya çıktı!

Sorumlu bilim insanlarının açıklamalarına göre, yanlış kararlar keyfi olarak verilmeye devam ederse, geçtiğimiz aylardan daha sıkıntılı bir durumla karşılaşabiliriz!

Açılım telaşının ekonomiyi ayakta tutmak adına olduğu belli. Ancak önce yurttaşın yaşamını kollayan önlemlerin de birlikte alınması gereği de unutulmamalı!

Geçtiğimiz 3 ayda AKP iktidarı Türkiye’nin sosyal devlet olduğunu gösteremedi.

Yaşanan zor günlerde yurttaşının her türlü güvencesi olmayı başaramadı.

Anayasal görevini yerine getirmedi.

Çünkü ekonomi buna müsait değildi. Devletin kasası keyfi işler için boşaltılmıştı!

Bu salgın felaketi bir vahim konuyu daha açığa çıkardı.

18 yılda toplum öyle bölünmüş ki, yaşamsal bir konuda dahi bir araya gelerek sorumlulardan hesap sorma teşebbüsünde bulunamıyorlar!

Görülen o ki, toplum yapılanların farkında değil!

Algı ve bilinç kitlenmesi yaşayan yurttaş oynanan oyunu da bu oyunda kendisinin olmadığını da göremiyor. Bu nedenle sömürüldüğü ve sürekli aldatıldığı gerçeğiyle yüzleşemiyor!

Yaşamını doğrudan ilgilendiren hakiki gündem yerine yapay gündemlerle dikkati başka yerlere çekiliyor.

Örneğin işsizlik ve açlık öncelikli sorunu iken, Ayasofya’nın camii yapılması gündemiyle kafasının karıştırılması gibi…

Toplumun bu denli hızla geriye doğru dönüşünün altında yatan neden eğitim/öğrenim politikasının dine dayandırılmasıdır!

AKP’nin son 18 yılda yaptığı gibi 1950 sonrasındaki tüm sağ parti iktidarları, bilimsel eğitim ve öğrenimden bilerek uzaklaşmışlardır.

Hedef; okumayan, araştırmayan, sorgulamayan bilinç düzeyi düşük bir toplum yaratmaktı!

Oysa aydınlanma devrimleriyle kurulan Cumhuriyet kendini, akıl, eğitim, bilim, ilke ve çağdaşlık üzerine kurulu bir eğitim/öğretim politikasına dayamıştı!

Bu misyona uygun kurumlar oluşturuldu. O kurumlarda bilim, siyaset, sanat ve diplomaside dünya çapında insanlar yetişti.

Ve AKP gelene dek laik demokratik Cumhuriyet,bu hedefe doğru gelişerek ilerledi.

Şimdi ise; muhakeme yeteneğinden uzak, okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan, kendini ifade etmekten korkan bireylerle dolu bir toplum oluşturuluyor!

Alt yapı artık var!

İletişim alanında internetle global bir köye dönen ülkelerin siyasileri, yeni bir güç olan sosyal medyayı kullanarak yurttaşları etik dışı yönetebilme imkanını yakaladılar!

Özellikle iktidarlar oluşturdukları paralı trollerle, yurttaşın aklıyla oynayarak yapay algılar yaratabiliyorlar.

Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’a AKP’li trollerin saldırısı, ülkede yapılan ahlaksız siyasetin en somut örneğidir.

Filozof Spinoza; “İnsanın duygularını yönetmedeki ya da denetlemedeki acizliğine esaret adını veriyorum…” diyor.

Spinoza haklı!

Duygularına boyun eğen bir insan kendini denetleyemez çünkü, aklını kullanmaktan vazgeçmiştir. Aklın yerine kaderin esiridir!

Oysa akıl, iyi ve kötüyü ayırırken kader, cesareti yok ederek esareti kalıcı kılacaktır!

Spinoza’dan etkilendiğini her fırsatta dile getiren Einstein’a sormuşlar!

“Dünyada yaşam nasıldır?”
“Üst sınıf yaşar, orta sınıf şikâyet eder, alt sınıf ise şükreder.”
“Ya inanç durumu?”
“Üst sınıf paraya, orta sınıf lidere, alt sınıf da Tanrı’ya tapar” demiş!

Türkiye’de orta sınıf kalmadı. Güç ve para yalnızca üst sınıfta, diğerlerine sadece Tanrı kaldı!