Alkollü içki satış ve pazarlama kurallarını yeniden düzenleyen torba kanuna göre turizm teşvik belgesi ve ruhsatına sahip olan oteller de dahil olmak üzere, yüz metre yakınında sürücü kursu, dans kursu gibi her türlü eğitim kurumu ve ibadethane bulunan bakkal, market ve restoranlarda içki satılamayacaktı. Hiçbir yerde alkollü içki reklamı yapılamayacak, şirketler sosyal sorumluluk projelerinde yer alamayacak ve sponsor olmalarına (sinema-müzik festivalleri) izin verilmeyecekti. Dönemin Başbakanı Erdoğan yeni kanunla ilgili yapılan ‘yaşam tarzına müdehale’ eleştirilerine şöyle cevap vermişti: “İki ayyaşın yaptığı yasa muteber oluyor da dinin emrettiği bir yasa sizin için neden reddedilmesi gerekiyor.” İki ayyaş derken kimi kastettiği büyük bir tartışma başlatırken, daha önce ‘dinine ve kinine sahip çıkan bir gençlik’ talep ettiğini söyleyen Erdoğan’ın “biz, gece gündüz kafa kıyak dolaşan bir nesil istemiyoruz” diyerek yasağı savunması, özellikle sözün muhatabı gençlerde ciddi bir rahatsızlığa sebep olmuştu. Milli görüş gömleğini çıkarıp AKP’yi kuran Erdoğan, omuzlarına emaneten aldığı AB şalını da sıyırıp atıyor ve gücünün, artık çekirdek seçmeninin gönlünü hoş edecek adımlar atmasını sağlayan sınıra ulaştığını düşünüyordu. Bu kadar ‘demokrasicilik’ yeterdi sanki. Trenden inme vakti gelmişti.

***

27 Mayıs 2013’te, Taksim Gezi Parkı’nda, Türkiye tarihinin en büyük toplumsal hareketlerinden biri başladı. Erdoğan, geçmişe sahip çıkma gerekçesiyle, yetmiş yıl önce tamamen yıkılmış olan Topçu Kışlası’nın, bu kez yetmiş yıldır var olan Gezi Parkı yok edilerek inşa edileceğini ilan etti. Tarihi eserlerin PVC ile ‘restore’ edilmesinde bir sorun görmeyen AKP hükümeti, taşı kalmamış kışlayı canlandırmak için iş makinelerini parka sokup ağaçları yerinden sökmeye başlayınca ortam elektriklendi. Şehrin merkezinde kalmış o son bir avuç toprağın üzerine yapılmak istenen AVM’li kışla projesine karşı çıkan o bir avuç insanın parkta başlattığı direniş, iktidarın bir süredir İstanbul’un tarihi dokusuna zarar veren rant projelerine karşı biriken öfkenin de son durağı oldu. Ağaç nöbeti tutanların çadırlarının yakılmasıyla ilk gün yüzlerce, sonra binlerce ve milyonlarca insanın parka gelmesiyle eylem, kimsenin tahmin edemeyeceği bir büyüklüğe ulaşıp memleketin yetmiş dokuz iline yayıldı. Erdoğan’ın Topçu Kışlası ısrarı, yasaklarla bunaltılan gençlerin; tarihi, doğası, geçmişi gözleri önünde yıkılan, tahrip edilen insanların önüne atılan patlayıcı bir topa dönüştü. Yaşam tarzına müdahaleye varan hükümet kararlarına ‘yeter’ diyen, sınır çeken toplum, yediği azarlarla kaçan neşesine sahip çıktı. Günün sonunda Gezi Parkı’nı rengarenk bir şenlik alanına dönüştüren şey de halkın, üç beş ağaçla birlikte sökülmek istenen mutluluğunu vermemek için direnmesidir. Bütün baskıcı-sağ-popülist iktidarların kendisine tehdit olarak görebileceği şekilde ve suçlamaya çalıştığının tam aksine toplumda biriken öfke, içine bütün farklılıkları sığdırarak güçlü bir muhalefete dönüştü.

***

Toplumsal vicdanda meşruiyet kazanmış bir direnişin, göstermelik mahkemelerde idam edilmeye çalışılması her ne kadar Gezi’nin haklılığını yeniden kanıtlamış olsa da bir gerçek daha var; beraber direndiğimiz Mehmet, Abdullah, Ethem, Hasan Ferit, Medeni, Ahmet, Ali İsmail ve Berkin öldürüldü. “Düşlerdeki özgür dünyayı kuracağız, onlara sözümüzdür” diyen Taksim Dayanışması üyeleri Mücella Yapıcı, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi on sekiz yılla, Osman Kavala ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırıldı. Gezi, bugün yaşadığımız tüm anti-demokratik uygulamaları öngören bir hareketti. Muhataplarını korkuttuğu oranda düşmanlaştırıldı. Ancak tarihi kırılmalar geri döndürülemez. Bugün muhalefeti yan yana durmaya, ittifak kurmaya zorlayan zeminin mimarı, dokuz yıl önce el ele veren ve Gezi’yi bin bir renkli bahçeye dönüştüren bu ülkenin milyonlarca yurttaşından başkası değil. Bugün 1 Mayıs. Emeğin ve dayanışmanın bayramı. Gezi ile yeniden, daha güçlü el ele tutuşarak, söylendiği gibi bu iş bitmiş midir, cevabını verecek. Zira umut, bizden başka bir yerde değil. Bölünüp yönetilmeyelim, birleşip yönetelim artık.