Gelecekte bir gün bugünlerin tarihi yazılırken, son on altı yıla dair incelemeler yapılırken, “Gezi’den önce” ve “Gezi’den sonra” diye başlıklar atılacak, Gezi’nin, 2013 yılının o görkemli Haziran ayının, sadece Türkiye için değil dünya toplumsal mücadeleler tarihi için de nasıl muazzam, nasıl müstesna bir hadise olduğu anlatılacak, “Gezi’den sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı” denecek.

Tam beş yıl oldu, tam beş yıl önce bu ülkede milyonlar eşine tarihte az rastlanır bir şekilde, sokakları, alanları zapt ettiler, bir şenlik havasında, bir karnaval havasında direndiler, yurttaş oldular, halk oldular, kardeş oldular, öğrendiler ve öğrettiler.

Mesele “üç beş ağaç” değildi elbette, daha doğrusu mesele “sadece üç beş ağaç değil”di ama her şey o üç beş ağaçla başladı, öyle başlaması da gerekiyordu; çünkü iktidara direnmenin tam da o iktidarı sembolize eden şeye, yani betonlaşmaya karşı o “üç beş ağacı” savunmak için başlaması kaçınılmazdı adeta. İnşaat üzerine kurulmuş bir ekonomik büyüme modeli, buradan dağıtılan rantlar, yok edilen kentler, yok edilen doğa, yok edilen tarihsel doku, işçi ölümlerinde üst üste kırılan rekorlar, kentin ortasında seri katil misali can almaya devam eden hafriyat kamyonları…

İktidar bunların hepsinin toplamı olduğu için direnişin tam da buradan, buna karşı başlaması tarihsel bir zorunluluktu ve işte Gezi o zorunluluğun ta kendisiydi.

Peki Gezi yenildi mi? Direniş sokaktan çekildi, kişisel tarihleri “Gezi’den önce” ve “Gezi’den sonra” diye ikiye bölünenler, Gezi’yle politize olanlar evlerine döndüler, Gezi’nin ruhu seçim sandıklarına hapsedilmek istendi, sandıktaki her sonuç Gezi kitlesini yılgınlığa, bezginliğe, umutsuzluğa sevk etti. İnsanlar giderek kendi dünyalarına gömüldü, ülkeyle ve siyasetle bağını asgari düzeye indirdi, Gezi de çok uzak bir geçmişte kalmış nostaljik bir hadiseye dönüştü.

Ancak öte yandan Gezi ruhu, fırsatını her bulduğunda, ülkenin üzerinde dolandığını göstermeye devam etti. 7 Haziran seçimleri böyleydi, Adalet Yürüyüşü böyleydi, referandumdaki hayır kampanyası böyleydi. Eğer Gezi, iktidar partisinin memleketi içine doldurmak istediği çuvala, topluma giydirmek istediği deli gömleğine esaslı ve esastan bir itirazsa, Gezi ruhu yenilmedi, “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer”e dönüştü.

Evet zaman zaman geri çekildi, zaman zaman sessizliğe büründü ama toplumsal olanın derinlerinde bir yerde, bir yeraltı ırmağı gibi sessiz sedasız akmaya ve bir çatlak bulduğunda oradan kimi zaman sızmaya kimi zaman taşmaya devam etti. Şimdi yine bir seçim arefesinde, üstelik Haziran ayında, Gezi’nin beşinci yılındayız ve bir kez daha o ruh memleketin üzerinde dolanmaya, o yeraltı ırmağı bulduğu çatlaklardan sızmaya, toplumda bir umut dalgası yaratmaya başlamış durumda.

On altı yılın sonunda, iktidar partisinin elindeki her türlü güce rağmen, yandaşlaşmış basına, bağımlı hale gelmiş yargıya, susturulmuş üniversiteye rağmen, Türkiye toplumunun en az yarısı, siyasal İslam’ın toplumsal mühendislik projesine bir kez daha itiraz ediyor, Türkiye toplumunun en az yarısı iktidar partisinin inşa ettiği rejime bir kez daha “Dur” demeye hazırlanıyor.

Seçim kararının alındığı ilk günden beri bu köşede, bu umudun ne kadar değerli, ne kadar kıymetli olduğunu söyledik; Türkiye toplumunun teslim olmama iradesine güvendik, halkın gücüne inandık. Öte yandan, sandıktan ibaret bir siyasetin zaaflarına, eksiklerine işaret ettik ve örgütlü bir toplum olmanın, sokaktaki mevcudiyetin, sandık sonrasını düşünmenin önemini anlattık.

Seçime üç hafta kala şimdi bunu bir kez daha ve çok daha güçlü bir şekilde idrak etmek gerekiyor. Bir yandan, devletleşmiş bir partinin iktidarı öyle kolay kolay bırakmayacağını, bunun için her şeyi göze alabileceğini ve her şeyi yapabileceğini akıldan hiç çıkarmamamız, iyimser olmakla birlikte temkinli bir gerçekçiliği devam ettirmemiz lazım.

Çünkü bu aynı zamanda yapabilecekleri her şeye dair zihinsel ve pratik olarak hazırlıklı olmak anlamına gelecek.

Öte yandan, olası bir iktidar değişikliğinde dahi topluma acı bir reçetenin ve kemer sıkma politikalarının sunulmasının kaçınılmaz olduğu dile getiriliyorken, “nefes alma”nın sadece siyasetin despotluğundan değil, piyasanın ve sermayenin despotluğundan da kurtulmak anlamına gelmesi gerektiğini unutmamalıyız. Siyasal despotluktan kurtulduk diye piyasanın despotluğuna razı olmamak, krizin faturasının emeğiyle geçinen insanlara ödetilmemesi, krizin yükünün halkın sırtına bindirilmemesi için mücadele etmek zorundayız.

Gezi’nin beşinci yıl dönümündeyiz ve elimizde umut ve direnmek adına ne varsa hepsi Gezi’den, hepsi o muhteşem Haziran’dan kalma. Sandığı ihmal etmeden ama sandığa da sığmadan, seçim sonuçlarını önemseyerek ama seçimden bir gün sonrasını da unutmayarak, o umudu ve direnişi güçlendirmemiz, çoğala çoğala yürümeye, büyüye büyüye yol almaya devam etmemiz gerekiyor.