Elbette sadece kötü şeyler olmadı 2015 içinde. Kasvetli başlayan yazıyı müzikle renklendireyim: Duman’ın sesi Kaan Tangöze, şahane bir albüm yaptı bu yıl ve şarkıcı/ozan geleneğinin aslında bu topraklarda ne kadar güçlü olduğunu gösterdi

2015 bitti. Acısıyla tatlısıyla diyeceğim ama pek tatlı bir şey olmadı. Ölümler, katliamlar, kayıplarla anacağımız bir yıl olacak. Kişisel tarihimiz açısından pek çok yeniliğin yaşandığı bir yıl belki ama memleket tarihine bir kara leke olarak yazılacak yıllardan. Tıpkı, dedesi 1915 gibi.

İki büyük katliam yaşadık 2015’te: Suruç (20 Temmuz) ve Ankara (10 Ekim). İlkinde, çocuklara oyuncak götürenler öldürüldü, ikincisinde barış için bir araya gelenler. Aralarında tanıdıklarımız vardı, canımız yandı. Çocuklara oyuncak götürmeselerdi de canımız yanacaktı ya da tanıdıklarımızın olmaması hiçbir şey değiştirmeyecekti. O iki saldırıda, resmî rakamlara göre toplam 139 kişi hayatını kaybetti. Bu kadarla kalmadı: Gencecik çocuklar, bebekler devlet eliyle öldürüldü 2015’te.

İki seçim yaşadık: 7 Haziran ve 1 Kasım. İlkinden hezimetle çıkanlar, “halkın iradesi”ne güvenmeyenler, yenilgiyi hazmedemeyenler, sonrasında ortalığı ateşe verdi. İkinci seçim, biraz da bu yüzden, “istikrar”la sonuçlandı. Alınan sonucun etkisiyle şımaranlar, ortalığı ateşe vermeye devam etti: Diyarbakır, Sur, Lice, Şırnak, Cizre derken ülkenin önemli bir bölümü savaş alanına döndü. Gencecik askerler/polisler öldürüldü, genci yaşlısıyla bir halka savaş açıldı. Acılar, ağıtlar, gözyaşları dinmedi.

git-2015-git-101257-1.Barışa en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde “barış” diyenin öldürülmesine sessiz kalan devlet, yılbaşını kutlamamıza ses etti ve kitlesel kutlamaların önüne geçmek için her şeyi yaptı. Bombalı saldırı ihbarıyla ülkenin başkentinin göbeğindeki parkı boşalttı örneğin. Göz göre göre “geliyoruz” diyen iki canı bombayı yakala(ya)mayan, saldırı sonrası “güvenlik zafiyeti yoktur” açıklamasını yapan, “istifa edecek misiniz” sorusuna gülerek cevap veren de aynı sorunlu devletin sorumlularıydı. Resmî erkan, yılbaşına alternatif olarak “Mekke’nin fethi”ni kutladı bu yıl, önceki birkaç yılda olduğu gibi. Ülke, bir kez de, yılbaşını kutlayanlar ve kutlamayanlar olarak ikiye bölündü.

2015’te gazeteciler tutuklandı, kitaplar toplatıldı. Devlet, düşüncenin önüne bir engel olarak dikildi. Sevmedikleri gazetecileri hapse atanlar, onların gazetecilik faaliyetinden tutuklanmadığını ispata uğraştı. Artık bir devlet bülteni haline gelmiş “gazete”ler yalanlarla, çarpıtmalarla “haber”ler yaptı. Bu “gazete”ler arasında en fenası olan Akit’in genel yayın koordinatörü Hasan Karakaya, yılın son gününde kalp krizinden öldü. Arkasından çok şey söylendi. Her ağzını açışında ölülerimizin arkasından konuşan/küfreden Karakaya, Ali İsmail Korkmaz’ın “belki de kalp krizinden” öldüğünü yazmıştı mesela, bu ölüme sevindiğini gizlemeden. Yusuf Yerkel’in madenci ailelerine attığı tekmeleri öven de oydu. İcraatı (hepimizin iyi bildiği gibi) hiç de “hayırlı” değildi.

Bizi ölünün arkasından sevinecek hale getirenler, cümlelerimizde “ölülerimiz” kelimesini kullanmamıza sebep olanlar, bu yıl memleketi zindana çevirdi. Çok zamandır yaşanmaz durumda olan ülke, biraz da bunlarla en karanlık günlerini yaşadı bu yıl. Sevdiklerimiz gitti, hatıralarımızın üzerine AVM’ler dikildi, tarih harap edildi, ağaçlar söküldü, üniversiteler sıradanlaştı... 12 Eylül rüzgârını arkalarına alanlar, “mağduruz biz” diye ilerlerken memleketi de geriye götürdü.

Sahiden büyük kayıplar verdik geçtiğimiz yıl: Edebiyatımızın iki devi, Yaşar Kemal (28 Şubat) ve Gülten Akın (4 Kasım) bunların başında geliyor. Tanıdığım, tanıştığım, sevdiğim isimlerdi bunlar; beni ben yapanlar. Yanlarına Fikret Otyam (9 Ağustos), Sennur Sezer (7 Ekim) ve Çetin Altan’ı da ekleyelim. Kaybettiğimiz nice isim arasında en çok canımı yakanlar bunlar oldu. Bir de Nurhan Karadağ: Köy seyirlik oyunlarından radyo tiyatrosuna pek çok alanda bildiğim şeyleri bana öğreten isimdi, DTCF’nin çınarıydı. Karadağ, Çetin Altan’la aynı gün, 22 Ekim’de aramızdan ayrıldı. O gün, konusu “barış” olan bir ders vermek üzere ODTÜ’deydim. ODTÜ, aylar sonra, bambaşka bir tartışmayla gündemimize girdi. “Kabataş’ta türbanlı bacımıza saldırdılar” ve “camide içki içtiler” yalanını gözlerini kırpmadan söyleyenler, bambaşka bir yalanla üniversiteye saldırdı: “Cami yapılmasına izin vermeyenler namaz kılan öğrencilerimizi dövdü.”

Müzik dünyası da acı haberlerle doluydu bu yıl: Yılın ilk günlerinde Müzeyyen Senar’ın ölümüyle sarsıldık. 8 Şubat’ta kaybettiğimiz Senar’ın ölümüne alışamazken, aynı ayın 16’sında Fikret Şeneş’i kaybettik. Şeneş’in sözlerini yazdığı şarkıları seslendiren ilk isim, memleket pop müziğinin kurucusu Erol Büyükburç (12 Mart) ve 90’lı yıllarda onu bambaşka bir yola sokan Kayahan (3 Nisan) art arda bu dünyayı terk etti. Alaturkanın güçlü sesi Behiye Aksoy da (31 Mayıs) bu yıl gidenler kervanına katıldı. Bir de Niko… “Adalı” Nikiforos Metaksas, 21 Kasım’da sessiz sedasız göçtü bu dünyadan.

Daha nice şey yaşadık 2015 içinde, nice kayıplar verdik. Başta da söyledim, ülkenin tarihine kara leke olarak yazılan yıllardandı. Arkadaşlarım Nuh Köklü ve Bahadır Grammeşin, bir hiç uğruna öldü mesela… Özgecan Aslan ve adını bilmediğimiz çok sayıda kadın, “erkek”ler tarafından öldürüldü. Alyan bebekle simgelenen ve Ege’nin, Akdeniz’in yuttuğu yüzlerce insan, bir umut uğruna yollara dökülmüştü. Dilek Doğan, 24 yaşındaki o gencecik kız, evine giren polislerce öldürüldü. Tahir Elçi’ye isabet eden o “kör” kurşun, umutlarımızı da aldı gitti.

Bunca felaketten sonra umuttan söz etmek mümkün değil ama olsun, ben yine de umutlu bitireyim yazıyı. Kendimce bir 2015 değerlendirmesi oldu bu ama şüphesiz eksiği çok. 2016’da acı yaşamayalım artık. Bir de, hayatı bize zindan edenler gitsin sahiden. Onlar gidince güneşin önündeki bulut açılacak ve ülkeye yeniden renk gelecek. Yaraların sarılması uzun sürecek ama o renge, o renkliliğe sahiden ihtiyacımız var.

Elbette sadece kötü şeyler olmadı 2015 içinde. Kasvetli başlayan yazıyı müzikle renklendireyim: Duman’ın sesi Kaan Tangöze, şahane bir albüm yaptı bu yıl ve şarkıcı/ozan geleneğinin aslında bu topraklarda ne kadar güçlü olduğunu gösterdi. Âşık Mahzuni Şerif’ten el alan, Özdemir Erdoğan’ın kıvrak stilini gitarına iliştiren Tangöze’nin “Gölge Etme” adlı albümü yılın tartışmasız en iyisi olarak kayıtlara geçti.

2016, 2015’in acılarını silsin, o özlediğimiz barışı bize getirsin. Geleceğe dair tek temennim bu.