Hayat eve sığar mı? Fahriye Evcan, Mazhar Alanson, Fazıl Say ve set çalışmaları süren ‘Kurtuluş Osman’ dizisi başrol oyuncusu Burak Özçivit’in iddiaları bu yönde. Emekçi ise ironik tepkiler veriyor: “Bilinçsiz bir yurttaş olarak hayatı eve sığdıramayıp şantiyeye geldim, elimdeki büyük koz hastalanmamak!”

İtalya’nın kuzeyindeki Lombardiya’da yaşananlar benzerdi. Kuzey İtalya ülkenin en gelişmiş, üretime en çok katkı yapan bölgesi. Milona, Torino ve Ceneviz, endüstriyel bir üçgen. Ülke ekonomisinin yarısından fazlasını da burası oluşturuyor. Çok zengin bir bölge.

Ancak zenginliğin olduğu her yerde, sınıf çelişkisi de en derin haliyle ortaya çıkıyor. ‘Fendi’ marka çantayı kullananlar da onu üretenler aynı merkezde. Lombardiya’da yerel işçiler gibi ucuz işgücü olarak kullanılan Çinlilerin popülasyonu da oldukça fazla. Çinlilerin İtalya’da olmaları turistik ya da duygusal değil ekonomik.

İşçi sınıfının bulunduğu endüstri bölgelerinde solunum yolu ve ciğer hastalıkları yoğun olarak yaşanıyor. Türkiye’de de örnek bölgeler çok.

Devlet propagandası sayesinde tripleks evlere sığanları görüyor, Boğaz’a nazır spor yapan ‘şampiyonaları’ biliyoruz. İşçiler ise güçlükle şantiye, inşaat, atölyelerdeki durumlarını belgelemeye çalışıyorlar. Bu belgelerden, işçiye uygun görülen tedbirsizlikleri, çalışma alanlarındaki kalabalığı ve yetmezmiş gibi onlara sunulan koşulları fark ediyoruz.

GÖRMEDİĞİMİZ İŞÇİLER

Hayatları hiçbir yere sığmazken bir de ıspanak arası ekmek yemek zorunda bırakılıyorlar. Karşı çıkıp deşifre ettiklerinde de işlerinden oluyorlar. Öte yandan Soma’daki maden katmanları ya da İstanbul gibi üretim kentlerindeki merdiven altı atölyelerde günlük yevmiyeyle çalıştırılan sığınmacılar gibi hiç görmediklerimiz de var.

Önlem alınmaz, çarçur edilen ihtiyat vergileri ya da ‘bir nevi kefen paraları’ yerine yeni kaynak yaratılıp halka sunulmazsa olacaklar belli. Hastalık durmayacağı gibi süratle yayılmaya devam edecek.

BENZERİ YOK: TOPLUM DEVLETE YOL GÖSTERME ÇABASINDA

Herhalde dünyada devlete yalvararak yol göstermeye çalışan bir başka toplum daha yok: “Sokağa çıkma yasağı ilan edin!” Bilim insanları “Çok vakit kaybedildi ama zararın neresinden dönülse kâr" diye uyarıyor. Yine herhalde dünyada korona virüse karşı Türkiye’dekine benzer ‘tedbirler’ de alınmıyor.

YENİ BİR LÜTUF MU?

Elbette Türkiye’de yaşananları ve büyük tepki toplayan olayları ‘tedbir’ olarak adlandırmak kara mizahın en koyu haline vurgu. Şüphesiz Saray ve iktidar bunları, hüzünle gülüp bir yandan da üzerlerinde düşünelim diye yapmıyor. Dezenfektanı keşfeden AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, açık açık dile getiriyor: “Hedef 2023.”

Yüzü gülüyor. Adeta virüsün de nasıl bir fırsata dönüştürüldüğünü itiraf ediyor. Bu itirafın karşılığı son bir haftada yaşananlar. Doğa harikası Salda Gölü’ne millet bahçesi için kazma vuruldu, siyasi mahkûmları dışarıda bırakıp torbacı, mafya, katil, tecavüzcüye yarayan infaz yasası ortaya atıldı, Kanal İstanbul ihalesine çıkıldı, sadece HDP’li belediyelere değil CHP’ye de kayyum atandı.

Küresel salgın sonrası dünyada hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı söyleniyor. Olması mümkün değil gerçekten. Ancak bunu kimin fırsata çevireceği esas önemli nokta. Buradan yeni, ideal, dayanışmaya endeksli bir yaşam formu mu çıkacak, yoksa otoriter rejimler kendilerini mi sağlamlaştıracak?

Sultanizm rejiminin istediği elbette ikincisi. Şimdilik eller, gülümseyerek kolonya ile ovuşturuluyor. Ancak gözden kaçan önemli bir nokta var, o da toplumun her katmanının biriktirdiği öfke. Buna, maalesef ‘tedbirsiz’ ölümler de ekleniyor. Erdoğan şimdilik gökte aradığını yerde buldu. Fakat kriz uzun soluklu olsa da sonunda bitecek.

O klişenin somutlaşacağı sadece Türkiye’de değil, yakın zamanda dünyanın her yerinde meydana gelecek toplumsal türbülanslarla kendini gösterecek.