Dışarıdan bakarsanız, Türkiye size bir işçi hakları cenneti gibi gözükebilir

Dışarıdan bakarsanız, Türkiye size bir işçi hakları cenneti gibi gözükebilir. Sendika üyeliği ve toplusözleşme anayasal bir haktır. İşçilere toplu iş sözleşmesi uyuşmazlığı sırasında grev hakkı da tanınmıştır. İşçi sağlığı ile özel bir yasa (6331) vardır. Dahası Anayasa’nın meşhur 90’ıncı maddesi ile uluslararası çalışma haklarının kanunlardan üstün olduğu hükme bağlanmıştır. Bir Batı ülkesinde Türkiye’de çalışma hayatı üstüne çalışan bir gazeteci veya araştırmacı olsanız, Türkiye’de işçi haklarının fevkalade olduğunu yazmanız işten bile değil.

Fakat işçi haklarının anayasal güvence altında olduğu bu ülkede, her ne hikmetse 13 milyon özel sektör işçisinin ancak 400 bini fiilen sendikalıdır. Sendikalaşma oranını varın siz hesaplayın. Sendikalaşan işçi Anayasa, yasa filan bakılmadan kapı önüne konur. 4 ay içinde bitmesi gereken işe iade davaları yıllar sürer. Grev haktır ama ne hikmetse bir avuç işçi greve çıkar. O grevler de hükümetin iki dudağı arasındadır.

İşçi sağlığı mevzuatı hiç fena değildir. Ama her ay yüzden fazla işçi ölür. Kısaca, memleket bir işçi hakları gaspı cehennemine dönüşür. O zaman bilimin en temel ilkelerinden birini hatırlamanız gerekir: “Görüntüyle öz aynı olsaydı bilime gerek olmazdı.” Böylece işini layıkıyla yapan bir gazeteci veya araştırmacı olarak Türkiye’de işçi haklarının fiilen olmadığı olduğu sonucuna varırsınız.

Bu yaz Türkiye’de işçi haklarının nasıl pamuk ipliğine bağlı olduğunu, kâğıt üzerinde yer alan kimi düzenlemelerin uygulamada yine yasalar marifetiyle nasıl yok edildiğine tanık olduk. Kristal-İş üyesi 5800 cam işçisi Şişecam’a ait 10 cam fabrikasında 20 Haziran’da greve çıktı. Uzun bir aradan sonra sektörel düzeyde ilk kez büyük bir greve çıkılıyordu. Grev coşkulu biçimde sürüyordu, kamuoyu ilgili oldukça iyiydi. İşçilerin grevle haklarını kazanmaları an meselesiydi.

Ancak olmadı. Her türden patron örgütü ve şirket, hükümete başvurarak grevden dolayı zarar ettiklerini ve bir çare bulunmasını istediler. Grevde zarar etmekten şikâyet etmekti, grevin doğasında işverenin zarar etmesi vardı ama olsun! İşverenlerin bu gayet sınıfsal ama hukuksuz istekleri hükümet tarafından derhal yerine getirildi ve grev 8’inci gününde (27 Haziran’da) ertelendi (aslında yasaklandı).

Sendika bu yasağa karşı idari ve anayasal yargı yoluna başvurdu. Danıştay sendikanın talebini reddetti. Karara itiraz edildi. Yasaya göre itiraz Danıştay İdari Genel Kurulu tarafından 7 gün içinde sonuca bağlanmalıydı. 6 Ağustos’ta yapılan itiraza ilişkin henüz bir karar yok. Hakimler kararlarıyla konuşurmuş ama bazı hakimler nedense haksızlık karşısında susuyor. Dahası adil yargılanma hakkını ihlal ediyor. Kimin umurunda grev hakkı! Grev ertelenen 60 günün sonunda grev hakkı ortadan kalkacak, bunun için Danıştay’ın acilen 7 gün içinde karar vermesi gerekiyor ama dilekçe üzerinde günlerce evrak işlemi bile yapılmıyor.

Anayasa Mahkemesi’ne yapılan hak ihlali başvurusu henüz gündeme bile alınmadı. Dolayısıyla Anayasa’nın 90’ıncı maddesi yoluyla uluslararası sözleşmelerin uygulanmasının en etkin yolu da işlemedi. Bu arada, Anayasa Mahkemesi’nin birkaç ay önce borsada grev yasağını ekonomik gerekçelerle hukuka uygun bulduğunu ve 90’ıncı maddenin işlemediğini unutmayalım.

2014 yaz aylarında sermaye-hükümet-yargı işbirliği ile grev hakkının yok edilmesine tanık olduk. Hukuk mücadelesi ve eylemlerle sonuç alınamamıştı. Bütün bu gelişmelerden sonra sendikanın önünde iki yol kalmıştı. Ya Yüksek Hakem Kurulu’na gitmek ve eski sözleşme hükümlerini de tehlikeye atmak veya içine sinmese de sözleşmeyi imzalamak. Sendika sözleşmeyi imzaladı.

Bir Batı ülkesinde gazeteci olsanız böyle bir tablo karşısında ne manşet atardınız? “Sendika işçilere rağmen toplusözleşme imzaladı” mı derdiniz, yoksa “Türkiye’de grev hakkı, işveren-hükümet ve yargının tehdidi altında” mı? Bir Batı üniversitesinde Türkiye araştırmaları yapıyor olsaydınız ne yazardınız? “Türkiye’de işçi hakları fena sayılmaz ama sendikalar bu hakları kullanamıyor” mu derdiniz, yoksa “Türkiye’de işçi haklarının güvencesi yok” mu derdiniz?