Sosyal medyada karşı tarafı küçülten yalan bir haberi hoşumuza gittiği için sorgulamadan paylaşıyorsak, yanlışımız gösterildiğinde kendimizi savunmak için öfkeyle bahaneler uyduruyorsak, düşüncelerimizi gözden geçirmemiz yerinde olur.

Güdümlü düşünce

Elimizdeki meseleye fazla kafa yormuyor gibisin.” der Dr. Watson, Sherlock Holmes’a. Bir cinayeti incelemek için trenle bir taşra kasabasına gitmektedirler. Watson gergindir, oysa Holmes rahattır, havadan sudan bahsetmektedir.

Henüz veri yok” diye cevap verir Holmes. “Bütün kanıtları elde etmeden teori üretmek hayati bir hatadır. Muhakemeyi yanıltır.

Yazar Conan Doyle, “Kızıl Dosya” hikâyesinde akılcı düşünmenin belki en önemli prensibini üstün yetenekli kahramanının ağzından böyle dile getirir. Başka önemli prensipler de vardır elbette; delillerle düşünülmelidir, mantıksal çıkarımlar yapılmalıdır, fikirler kılı kırk yararak değerlendirilmelidir. Ama bunlardan da önce, kendimizi baştan belli bir fikre adamaktan kaçınmamız gerekir. Çünkü ne kadar dikkatli olursak olalım, önyargımızı doğrulayacak şeyler aramaktan ve onu yanlışlayacak şeyleri göz ardı etmekten kurtulamayız.

Çoğumuz ortalamanın üstünde akıllı, dikkatli, tarafsız olduğumuzu düşünürüz, ama psikoloji araştırmaları aslında hepimizin zihninin pek çok hatayla malul olduğunu gösteriyor. Gözümüzün önündekini göremiyoruz, gördüğümüzü inkâr edebiliyoruz, algımız kolaylıkla çarpıtılabiliyor. Gerçekten üstün zekâlı olmak da bizi bu hatalardan korumuyor, bilakis bazen daha da pekiştiriyor, çünkü hem aklımıza aşırı güven duyuyoruz, hem de haklı çıkmak için daha karmaşık gerekçeler icat ediyoruz. Conan Doyle bu keşifleri görememiş olsa da, insan tabiatını iyi gözlemişti.

Holmes, olay yerini görmeden önce bazı varsayımlar kurmuş olsa ne olurdu? Bu varsayımlar, olay yerini incelerken ve şahitleri sorgularken onu ister istemez yönlendirirdi. İlk dakikalarda gözüne çarpan birkaç küçük ayrıntı, belli bir varsayımı tercih etmesine neden olurdu. Ardından, bu varsayımı doğrulamak için adımlar atmaya başlardı: Katil uşak olabilir mi? Sorgularken epey heyecanlıydı, masum olsa neden bu kadar korksun? Olay gecesi uyuyordum dedi ama şahit gösteremedi. Sabıkası da varmış. Başka kim olabilir ki? Diğer kibar beyefendi yapacak değil ya!

Güdümlü düşünceler ayrımcılıkla ilerliyor

Bu gibi güdümlü düşünceler (motivated reasoning) hayatımızın her alanında yaygın. “Kadınlar kötü şofördür” diye düşünerek başlarsak, bu inancımızı doğrulayacak şeyleri kolayca buluruz. Şu kadının park etmesi biraz uzun sürdü, öbürü yeşil ışık yanınca oyalandı, diğeri sinyal vermeden döndü. Aynı şeyleri, belki daha kötülerini yapan erkek şoförleri görmeyiz; görsek de bir şekilde haklı buluruz: Acil bir işi vardır, sabahtan beri direksiyon salladığı için yorgundur, evine ekmek götürüyordur, hoş görmek lazımdır...

Keza, dünyanın her yerinde polisin veya yargıçların karşılarındaki şüphelinin derisinin rengine, doğum yerine, dış görünüşüne bakarak onun hakkında bir peşin hüküm oluşturmaları, bunu “tecrübe” diye savunmaları, sonra bu peşin hükmü doğrulayacak kanıtları, makbul dış görünüşe sahip olanlara uygulamadıkları katı bir titizlikle arayıp öyle ya da böyle bulmaları yüzünden, kaç hayatın ziyan olduğunu hesap etmenin imkânı yok.

Bilimsel araştırma yönteminde araştırmacının, hipotezini doğrulamak yerine yanlışlamaya çalışması gerektiğinin altı çizilir. “Öncelikle, kendinizi kandırmayın” der fizikçi Richard Feynman, “çünkü en kolay kandırabileceğiniz kişi kendinizsiniz.” Bu, pratikte her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden bilimde hakem denetimi ve kıyasıya eleştiri imkânı olması şarttır. Somut deliller üzerinden yapılan uzun tartışmaların ardından bir konuda bir bilimsel konsensüs oluştuğunda, bu konsensüsün doğru olması ihtimali çok yüksektir.

O zaman, güdümlü düşünce hatalarına karşı belki bizi bilim koruyabilir. İnsanlara bilim öğretelim. Bilim okuryazarlığı olan kişiler kendilerini kandırmaz, bilimsel konsensüs neyse onu kabul ederler. Ne de olsa, iki kere iki dört eder.

Davranışlar kişisel tercihlerle tetikleniyor

Ne yazık ki işin bu kadar basit olmadığını görüyoruz. Sosyal psikoloji araştırmalarının gösterdiğine göre, kişilerin güdümlü düşünce davranışları onların grup kimliği, dini inançları ve siyasi tercihleriyle tetikleniyor. Bilimsel bulgulardan haberdar olmak bunu pek fazla değiştirmiyor. Örneğin, dindar/muhafazakar birisi canlıların ortak bir kökenden evrimleştiğinin bir bilimsel konsensüs olduğunun farkında olsa da, bunu reddedebiliyor. Keza çevreci/sol görüşlü birisi, GDO gıdaların sağlığa zararlı olmadığı hakkında bilimsel konsensüs bulunduğunu bilse de, bunu kabul etmeyebiliyor.

Bilimsel konsensüse karşı çıkmak elbette mümkün. Bunun yolu laboratuara girip titiz çalışmalar yapmak, önceki konsensüsün nerede hata yaptığını göstermek ve doğrusunu yayınlamak. Güdümlü düşünce ile karşı çıkanlar genellikle böyle yapmıyor. Bir kısmı bilimsel konsensüsün düpedüz yalan olduğunu, “birilerinin” hizmetinde olduğunu söylüyor. Daha sofistike düşünenler ise, aşırı bir sorgulayıcılıkla açık arıyorlar. Hiç bir bilimsel çalışma iki kere iki dört kesinliğinde olamayacağı için de, bulabiliyorlar: “Ara türler nerede? Peki, onların arasındakiler nerede?”, veya “Belki GDO’ların etkisi yüz yıl sonra çıkacak, nereden biliyorsun?”

Tamam, belki bu insanların bilimsel okuryazarlığı var, ama belki çok zeki değiller, o yüzden yanlışta inat ediyor olabilirler mi? Bir çok araştırma, güdümlü düşünce eğiliminin zekâ ile pek azalmadığını gösteriyor. Hatta zeki insanlarda bu hata daha kuvvetli oluyor, çünkü zekaları sayesinde kararlarını daha sofistike şekilde savunabiliyorlar.

Siyasi sebeplerle bilimi görmezden gelebiliyorlar

Örnek verelim: Birkaç ay önceki Kanal İstanbul tartışmalarında Nagehan Alçı, bu kanalı yapma kararının bilimin değil siyaset felsefesinin alanında olduğunu yazdı. Kanalın yol açacağı ekolojik felaket riskleriyle ilgili bilimsel konsensüsü bilmiyor değildi, ama siyasi aidiyeti sebebiyle kanalı savunmaya güdümlüydü. Bu yüzden, bilimi küçümseyen, kanala bilimsel sebeplerle karşı çıkmayı “yüz yıl önce aşılmış kaba pozitivizm” olarak nitelendiren bir argüman kurdu. Bu postmodernist argüman “dış güçler bizi kıskanıyor” demekten daha fazla zeka ve bilgi gerektiriyor şüphesiz, ama sonuçta yapılan şey aynı.

Sanmıyorum ki Alçı, mesela evinin taşıyıcı kolonlarının kesilmesine veya virüslere karşı çamaşır suyu içilmesine karşı çıkanların bilimsel kanıtlarına “kaba pozitivizm” diyerek karşı çıksın. Bu konularda önceden benimsediği bir duruşu yok çünkü. Buna karşılık ABD’de bazı Trump taraftarlarının, sırf Trump söyledi diye çamaşır suyu içmeye başladıkları vaki. Eğitim ve zeka seviyeleri ne olursa olsun, daha önce böyle bir şey yaptıklarını sanmıyorum. ABD’de çamaşır suyu içmeyi Feyerabend’den alıntı yaparak savunan biri var mıdır, bilemiyorum.

Güdümlü düşünce hepimizin düşebileceği bir tuzak. Sadece “şu cahiller”in yaptığı bir şey sanacak olursak, o tuzağa çoktan düşmüşüz demektir. Sosyal medyada karşı tarafı küçülten yalan bir haberi sırf hoşumuza gittiği için sorgulamadan paylaşıyorsak, yanlışımız gösterildiğinde kendimizi savunmak için öfkeyle bahaneler uyduruyorsak, beğendiğimiz kişilere sorgusuzca inanıp onlara karşı çıkanları art niyetlilikle suçluyorsak düşüncelerimizi gözden geçirmemiz yerinde olur. “Ben buna neden inanıyorum, karşı tarafın argümanı nedir?” diye sormalıyız. Bu sorgulama sonucunda karşı tarafın sağlam argümanları ve güvenilir delilleri olmadığını görürsek, kendi fikrimize daha çok güvenme hakkımız olur. Karşı tarafın fikirlerini, kendimize uyguladığımız terazide tartmamız şartıyla elbette.