Biz İstanbullular lodosa uyanıyoruz. Belki de lodos olduk. Ruh halimiz lodos gibi. Mevsimler karışık, duygular yerle bir. Hüzün başat hissiyat… Grup toplantılarında yazgımızdan söz ediyor liderler. Kolu kanadı kırılmış halkın insanlarıyız. Mehmetçik, nedeni belirsiz bir serüvenin eşiğinde! Belki içinde. Kara yazgılı toprağın şimdilik üstünde genç bedenler, bir zaman sonra toprak olacak bazısı. Anaların düşen yaşları toprağı sulayacak. Duyacak mı acaba halkın yoksul, eli nasırlı çocukları o feryadı!
ABD başkanını seçiyor… Seçim demokrasinin ön koşulu madem, dünyanın tümüne ahkâm kesen, kabadayılık eden bu devletin başına kim geçecek bizi de derinden etkileyecek madem, o(hal)de biz de oy kullanalım! Tüm dünyada taşeronlar eliyle iş görüyor ABD. Çoğu gönüllü olan bu meczuplar, hem kendi halklarını katlediyorlar, hem de salgın biçimde şiddet ihraç ediyorlar bölgelerine. Hep özgürlük ve demokrasi getirmekle meşgul malum ABD! Bugüne dek kandan öte, ne gibi bir özgürlük getirdi? Soru basit, yanıt karmaşık. Memleketini korumak isteyenlerin ‘hain’, halkını ‘peşkeş’ çekenler kahraman olduğu günlerdeyiz. Peki, bu hakikatin çarpıtılmasını neden ister ABD?

Afyon yutmuş bir halktan söz ediyoruz. Obama siyahi bir başkandı ama tüm uygulamaları geleneksel sömürgeci anlayışın devamı oldu. Çünkü varlığı tamamen bunun üstüne kurulu modern bir imparatorluktur ABD. Eğer dolar dolaşımda güç kaybeder, dünya kaynakları ABD’ye akmazsa o an çöker. Duramaz, durmamalıdır. Saldırgan olmak zorunda…

Kimi zaman bunu ‘öteki’ sayılan güler yüzlü bir adamla yapar, kimi tanrı tarafından seçilmiş olduğuna inanan bir şahinle! Sonuç aynıdır. Yoksul halklar daha yoksullaşır, savaşlarla kan gölüne döner Ortadoğu ve duruma göre bir başka bölge ve ucuza ölür inanlar. Ölüm ticareti esastır. Dinciliğin, milliyetçiliğin yarıştırılması bundan! Hani özgürlük dediğimiz de budur. Kolay ölme, süründe, sömürülme özgürlüğü!

İmparatorluk deyince aklınıza ne geliyorsa, hepsini içerir ABD. Demokrasidir değil mi? Kaç Clinton var, kaç Bush? Babadan oğula, kocasından eşine geçen bir başkanlık sürecidir bu. Vitrin süsüdür başkanlar. Kimin hangi rolde olacağı bellidir işte. Sınırlı dünya kaynakları bitti, şimdi Mars’ta yer kapma yarışı başladı. Yarın Ay valisi, Mars belediye başkanı, Uranüs kaymakamı da duyarsınız, şaşmayın. Tüm evreni kendine ait sayar çılgın kafalar. Kapitalizm bunları yetiştirir ve salar ortalığa. Aklın tahayyül edebileceği alınır, satılır ne varsa pazarlamak esastır. ABD başkanları hem kendileri bir üründür, hem de iyi pazarlamacıdırlar.

Sabah işine doğru yola çıkan bir emekçi, sırtında giderek ağırlaşan yükün kaynağını bilir mi? Biliyorsa, nasıl olur da bir türlü isyan etmez, boyun eğer yazgısına? Büyük devlet, fatih olmak arzusu nereden gelir acaba? İnsanların özgür, eşit yaşadığı bir dünya düşü kurmanın bile uzağında yoksullar, işçiler… Milyonlar… Bol hamaset gürültüsü içinde yaşam kayıp gider avuçlarından insanların. Belki de hiç yaşanmamış sayılır o kimseler. Devlet envanterine kayıt olarak düşülür sadece. Belki o bile çok görülür kimi zaman. İsimsiz doğar, yaşar ve ölürler. Bir dili, memleketi bile olmaz garibanın.

Lodosa uyanıyoruz. Görüntüler bulanık. Bencil bir yalnızlık büyüyor. Dünyanın bir yerinde oy kullanıyor insanlar. Öteki ucunda boynumuza ilmeği kim geçirecek bekleyen bizler… Dua ile idare etmesi bundan halkımızın. Dilsizdir, kimsesizdir ve çaresiz. Bugün dağlarda bir Memet üşüyecek, diğeri yavuklusuna mektup yazacak ve belki yarın biri şehit düşecek. Ekranda görüp içtenlikte üzülerek “vah vah” edeceğiz. Payımıza düşen bu…

Hayırlı olsun seçimler…

ABD!