1 Krizin nedeni rahibin salınmaması değildir!
Nasıl ki 2001 Krizi’nin gerisinde Sezer’in Ecevit’e Anayasa kitapçığını fırlatması yoksa, bu sadece bir vesileyse, son krizin nedeni de Rahip Brunson değil. Brunson’un salınmaması krizi hızlandırdı, otoriterleşme ve tek adam yönetimi krizi derinleştirdi doğru ama krizi bunlarla açıklayamayız. Karşımızdaki kriz, Türkiye kapitalizminin krizi. Dövize muhtaç, sanayileşememiş, ihracatının ithalatını karşılama oranı düşük, ithal girdilere mecbur, teknoloji yaratamayan, enerji kaynaklarından yoksun, katma değer üretmeyen, ucuz emeğe dayalı, sıcak paraya göbekten bağımlı bir ekonomiden söz ediyoruz. Yani mevcut haliyle kriz yaşaması kaçınılmaz bir ekonomik sistem var karşımızda. Ülkeye sıcak para girdiğinde kendini çevirebilen, sıcak para girişi düşüp borçlanma maliyetleri arttığında ise krize girmeye eğilimli bir ekonomi bu.

2 Krizin esas sorumlusu iktidardır!
Yukarıdaki tabloyu değiştirmek için 16 yıl boyunca en ufak bir adım atmayan, bilakis sıcak para girişini fırsata çevirerek balona dönüşmesi ve patlaması kaçınılmaz bir büyüme modelini ülkeye dayatan iktidar krizin esas sorumlusudur. İktidar bu tabloyu değiştirmediği gibi, bir de kendi rejimini kurmak ve kendi yandaş sermayesini yaratmak için memleketi “beton ekonomisi”ne mecbur etmiş, kaynakları rasyonel ve verimli olmaktan uzak, hepimizin geleceğini ipotek altına alan inşaat projelerinin temeline adeta gömmüştür. Yolcu geçiş garantili yol, köprü, tünel ve havaalanlarıyla hasta yatış garantili hastanelere dolar üzerinden verilen taahhütler ceplerimizden sermayenin cebine on yıllar boyunca para aktarılması demektir.

Bu iktidar, 16 yıl boyunca sanayileşme adına tek bir adım atmadığı gibi, en son şeker fabrikaları örneğinde olduğu üzere Cumhuriyet’in bütün varlıklarını, TÜPRAŞ’ı, PETKİM’i, Türk Telekom’u satmakta en ufak bir tereddüt göstermemiştir. Dahası, on altı yılın sonunda Türkiye tarım ve hayvancılık alanında dışarıya bağımlı hale gelmiş, eti de samanı da ithal etmeye başlamıştır. Bu anlamda Babacan’la Jöleli ve Şimşek’le Damat arasında hiçbir fark yoktur, birbirlerinin takipçisidirler.

3 Krizden çıkışın yolu IMF programı değildir!
Türkiye bundan önce defalarca IMF’yle anlaşmalar yaptı, IMF programları uyguladı. Bu programların Türkiye ekonomisine en ufak bir katkısı olmadı. IMF borç karşılığında planlı bir sanayileşme programı izlenmemesini, kamusal varlıkların özelleştirilmesini, ücretlerinin düşürülmesini, her ürüne zam yapılmasını, sendikaların zayıflatılmasını, tarımsal üretimin bitirilmesini talep etti.

Bugün Türkiye ekonomisinin yaşadığı krizin gerisinde tam da bu sömürgeci zihniyet var ve kurtuluş IMF politikalarında değil. Bugün krizden çıkış adına IMF’yi çağıranlar, sermayenin ve iktidarın sorumlusu olduğu krizin faturasını halkın omuzlarına yıkmaya çabalayanlardır. IMF’yle anlaşmak, yoksulluktur, zamdır, işsizliktir, sırtımızdaki vergi yükününün artışıdır, kemer sıkma politikalarıdır, tarımın bitmesidir, bağımlılıktır. IMF programına karşı çıkılmalıdır.

4 Aynı gemide değiliz!
Karşımızda kendisine oy vermeyenleri kolaylıkla terörist, vatan haini, bölücü ilan edebilen, kutuplaşmadan beslenen, milli birlik ve beraberliği sadece başı derde girdiğinde hatırlayan bir iktidar var. Karşımızda “laik”iyle “dindar”ıyla, yıllardır kârına kâr katan, vergi ödemeyen, taşeron işçi çalıştıran, iş cinayetlerinde onar onar yüzer yüzer can alan, ülkenin kaynaklarına çöken, hazine garantisi adı altında cebimizdeki üç kuruşa göz koyan bir sermaye sınıfı var.
“Batarsak birlikte batarız” sözü krizin faturasını halkın sırtına yüklemek için uydurulan bir palavradan ibaret. Zenginle, patronla, müteahhitle halkın kaderi bir değil. Kriz çok daha derinleştiğinde halk yiyecek ekmek bulamazken, onlar sefahat içinde yüzmeye devam edecek, başları çok sıkıştığında da yurtdışına kaçıp çoktan ülkeden götürdükleri servetleriyle günlerini gün edecekler.

Bu böylesine aşikârken, “birlik beraberlik” adı altında iktidara ve sermayeye çanak tutan, iktidarla yanlayan en ufak bir söyleme itibar edilmemeli, buna girişenlerin neye hizmet ettikleri topluma açık bir şekilde ve sade bir dille anlatılmalıdır.
5 Bizim de bir çözümümüz var!
Çözümsüz değiliz. Kırk katır mı kırk satır mı, seçmek zorunda değiliz. Nasıl ki sermayenin kendi çözümü varsa, halkın da, emekçilerin de kendi çözümü olmalı. Halk olarak krizin faturasının zamlarla, vergilerle, düşük ücretlerle bizim omuzlarımıza yüklenmesine karşı çıkmalıyız. Ancak şunu unutmamalıyız ki, karşımızda iktidarıyla, sermayesiyle örgütlü bir güç var ve bu gücün karşısına tek tek bireyler olarak değil, ancak halk olarak, emeğiyle geçinenler olarak, hep beraber, omuz omuza çıkarsak sesimizi duyurabiliriz, ancak böyle kazanımlar elde edebiliriz. Bu yüzden sendikalı değilsek sendikalı olalım, örgütlü olmaktan korkmayalım, bizim gibi düşünen insanlarla konuşalım, gidişatı anlatalım, dayanışmayı büyütelim, muhalif medyaya destek verelim, omuz omuza olmaktan, yan yana durmaktan ve birlikten kuvvet doğduğunu unutmayalım.