Merhum babam Mustafa Sağlar, köyümüzün yetiştirdiği ilk ve tek doktordu. Aslında, etrafımızdaki köy ve beldelerin de tek doktoruydu! Hâlâ da diş hekimlerinin dışında köyümüzün gençleri içinde tıp doktorluğa heveslenen yok. Babam, Tarsus ve Silifke’de “Sıtma Savaş Hekimliği” ve Mersin Belediyesi’nin Başhekimliğini yaptı. Daha sonra Mersin SSK Hastanesi’nde görev aldı ve kuruluşundan emekli olana dek SSK doktoru olarak 42 yıl çalıştı. Çok iyi hatırlarım. İdealist bir doktor olarak motosikletiyle köy köy dolaşır, önceden muhtarların belirlediği hastalara bedelsiz bakardı. Yanında getirdiği ilaçlarla hastaları tedavi eder, köyün sağlıkçı ve ebesine yol gösterirdi. Sonrasında sevgiyle uğurlanırdı. Babam hiçbir hafta sonunu evde ailemizle geçirmedi!

Motosikletinin arkasında oturduğum babamla birlikte çocukluğumda çok köy gezdim. İnsanlarla olan ilişkisini, samimiyetini, görev anlayışındaki ciddiyetini, hastayı iyileştirmek için verdiği uğraşı, telaşını, heyecanını ve iyileşen hastasıyla birlikte duyduğu sevinci onunla yaşadım! Köy kahvelerinde ya da hasta evlerinde gösterilen saygıyı, babam için söylenen onur duyduğum sözleri unutmam mümkün değil!

***

Siyasete atıldığım ilk günlerde insanlar beni, “Dr. Mustafa Sağlar’ın oğlu” olarak bağırlarına bastılar ve sahiplendiler. Ona duydukları saygı ve güvenle benimle birlikte yürüdüler! Dostları, hastaları ve gönüldaşları babamı hâlâ sevgiyle anar ve bana, “doktorun emanetisin” diye sahip çıkarlar. Çünkü bizim yurttaşımız vefalıdır, yapılan iyilikleri unutmaz. İnsanlara değer verir. Toplum için fedakârca çalışanı sever ve ona saygısını ömür boyu esirgemez. Çıkarcı değildir. Dost bildiğiyle gönül bağı kurar!

***

Ailemizde sağlık çalışanı çoktur. Eniştem Hasan Aşkın, ablam merhum Berna, Kuzenim Güven, yeğenim Damla insanlarımızın sağlığı için görev yapan yakınlarımdır! En kutsal ve insanlık için en önemli mesleği büyük özveriyle yapmışlardır! Tıpkı ülkemizdeki tüm hekim, hemşire, laborant yani bütün sağlık çalışanları gibi… Büyük emek verilerek ve özverili bir çalışma sonrası elde edilen başarıyla doktoru hemşiresi, kısaca, tüm sağlık çalışanları mesleklerini ifa edebilecek hale gelirler! Diplomalarını alır, görevinin başına geçerler…

Tıbbın babası sayılan eski Yunanlı hekim Hipokrates’in, “And içerim” diye başlayan ve ”Tanrıları şahit tutarım ki, bu andımı ve verdiğim sözü gücüm kuvvetim yettiği kadar yerine getireceğim... Reçetelerin örneklerini, ağızdan bilgileri şifahi malumatı ve başka dersleri evlatlarıma, hocamın çocuklarına ve hekim andı içenlere öğreteceğim” Diye devam eden ve günümüzde de tıp öğrencilerinin diploma alırken okuduğu “meslek yeminine” sadık kalarak görevlerini içtenlikle sürdürmeye çalışırlar! Mezuniyetlerindeki Hipokrat yeminlerine sadık kalarak, Türkiye’nin yurttaşlarının sağlığını korumak ve hastalıklarını özveriyle tedavi etmek artık onlar için en kutsal hizmettir!

***

Ancak AKP iktidarının yandaşa, daha doğrusu kendisine, rant devşirme hırsıyla Anayasa’ya rağmen sağlık sektörünü özelleştirmesi Türkiye’nin aleyhine olmuştur. Şehir hastaneleri aracılıyla oluşturulan “Sağlıkta Sömürü Sistemi” yurttaşların vergilerini bu hastaneleri yapan ve yaptıranların(!) cebine aktarmaktadır! Hasta sayısına göre devlet para öderken bir sağlık kuruluşunun asıl gelir getiren laboratuvar, görüntüleme vb. gibi birimleri de hastanenin yandaş sahibine teslim edilmiştir. Devlet memuru olan başta doktor, hemşire ve tüm sağlık çalışanları sömürülmektedir!

***

AKP iktidarının 20 yıldır sürdürdüğü toplumu bölme çabası, eğitilmiş, bilgili, diplomalı(!) insanlara duyduğu kin ve nefret, insanı ve emeği değil zengini ve sermayeyi tercih etmesi, paraya ve çıkara zaafı olması, başta hekimler ve hemşireler olmak üzere, tüm sağlık çalışanlarının horlanmasına, can güvenliğinin zaafa uğratılmasına ve çalışma koşullarının daha zorlaşmasına neden olmuştur!

***

Pandemi sırasında evlerine uğramadan, aç ve uykusuz saatlerce özveriyle çalışan bu emekçilere teşekkür dahi edilmedi! Değer verilmedi. Saygı duyulmadı. Talepleri karşılanmadı. Verilen sözler tutulmadı. Özlük hakları yok sayıldı. Defalarca “iyileştirilecek” denilerek aldatıldı. Emeklerinin karşılığında yaşantılarını rahatça sürdürebilecek bir ücret dahi söz konusu edilmedi. Bu nedenlerle “Yeter artık” diyerek yurtdışına gitmek zorunda kalanlar “giderseniz gidin!” diyerek aşağılandı. Ve sağlık sektöründe beyin göçü hızlandı.

***

Dün 14 Mart Tıp Bayramı’ydı! Tüm Hekimler, sağlık çalışanları, tıp akademisyenleri bu “anlamlı” bayramların da g(ö)revdeydiler! Hem mesleklerinin gereğini yaptılar, hastalarına baktılar hem de meydanlara çıkıp haklarını aradılar! “Gitmeyeceğiz, buradayız, korkmayacağız” diyerek, uygarca iktidarı uyardılar! Üç gün boyunca meydanlarda, alanlarda ve sokaklarda “beyaz eylemlerini” sürdüreceklerini açıkladılar.

***

Toplum, hekimler lehine ciddi tepki verdi. Nitekim dün AKP Genel Başkanı Erdoğan; "Bu ülkenin hekimlerine hem vefa borcu hem ihtiyacı vardır. Bu anlayışla hareket edenlerin, istikametlerini yeniden kendi ülkelerine çevireceklerini umuyorum" diyerek ağız değiştirdi… Oysa üç gün önce hekimleri aşağılayarak ‘Gidiyorlarsa gitsinler’ demişti! Bu sözler samimi mi? Göreceğiz! AKP bilmeli ki, “Beyaz gömlekli eylemciler" taleplerinde çok kararlılar!

***

Bu eylemden muhalefet partileri de ders çıkarmalı! Görüldüğü gibi; halkın zamlar altında inlediği, açlık ve soğukla karşı karşıya kaldığı bu anda, taleplerin demokratik yöntemle alanlarda dile getirilmesi, iktidarı geriletiyor!