Attila Aşut

yazievi@yahoo.com
Hepimiz oradaydık!

80 ilde 10 milyonu aşkın insan katılmıştı Gezi’ye.

Yani hepimiz oradaydık!

Ama aramızdan 8 kişiyi seçip hepimiz adına onlara ceza kestiler!

Dört buçuk yıldır haksız yere içerde tuttukları Osman Kavala hakkında bir türlü karar veremiyorlardı. Sonunda “ağırlaştırılmış müebbet” diyerek TCK’nin en ağır cezasına çarptırdılar onu! Demek ki idam cezası kaldırılmamış olsaydı, bu saçma suçlamayla darağacında sallandıracaklardı adamı!

Sözümona hükümeti devirmeye çalışmakmış suçu! Bu kararı verenler, “darbe” yapmayı çocuk oyunu sanıyor herhalde! İş insanı Osman Kavala, hangi silahlı gücü, bombardıman uçakları ve kurmay kadrosuyla darbe yapacaktı?

Belki de Kavala’yı “Süpermen” sanıyorlar! Yoksa bir insan tek başına nasıl darbe yapabilir?

***

Baktılar, mızrak çuvala sığmıyor. Tek kişiyle “örgütlü suç” olamayacağı için gene bir “torba dava” kotarıp Taksim Dayanışması’nı da içine attılar. Böylece Kavala’yla birlikte 7 toplum önderine de ceza yağdırdılar! Olmayan bir suçtan dolayı Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Hakan Altınay ve Yiğit Ali Ekmekçi’ye 18’er yıl ağır hapis cezası verdiler. Mahkeme üyelerinden Kürşad Bektaş, vicdanının sesini dinleyerek “Dosyada somut, kesin, inandırıcı delil yok, hepsinin beraat etmesi gerekir” diye görüş bildirse de azınlıkta kaldığından sonuç değişmedi ve arkadaşlarımız duruşma salonundan apar topar cezaevine gönderildiler. Aileleriyle vedalaşmalarına bile fırsat verilmeden…

***

12 Eylül’de yargılandığım sıkıyönetim mahkemesinin başkanı ve bir üyesi askerdi. Ama Gezi Davası’nın sözde sivil yargıçlarından daha adildi o üyeler.

Gezi, Türkiye tarihinin en yaygın, en yığınsal, en katılımcı, en demokratik, en barışçı, en çoğulcu, en coşkulu, en neşeli, en yaratıcı, en esprili, en naif, en renkli direnişiydi. İşte bu özellikleriyle AKP iktidarını sallamış ve Erdoğan’ın uykularını kaçırmıştı. Dokuz yıldır atlatamadılar bu travmayı. Herkes çok iyi biliyor ki Gezi’nin cezasını “bağımsız yargı” değil, o günlerde kendisine karabasan yaşatanlardan öç almak için Erdoğan verdi!

İyi de neden milyonlarca direnişçi arasından 8 kişiyi seçerek adeta “heyet-i temsiliye” namına ceza kesme yoluna gittiler?

Türkiye’de milyonları kapatabilecekleri cezaevi olmadığı için mi?

Yoksa “Suç çoğalınca cürüm zail olurmuş” diye mi?

***

Gezi Davası’nda hüküm giyen sekiz onurlu insan arasında ben kişisel olarak yalnızca Av. Can Atalay’ı tanıyorum.

Can’ın amcası Şerafettin Atalay, Türkiye İşçi Partisi’nin Amasya İl Başkanı idi. 12 Mart darbesinden kısa süre önce, 27 Ocak 1971 tarihinde evinin önünde faşistlerce öldürüldü. Onun ölümünden sonra bayrağı Mustafa ve Abdurrahman Atalay kardeşler aldı. Onlar da Genç Öncü’de ve TİP’te önemli görevler üslendiler. Can Atalay, bu devrimci ailenin üçüncü kuşak temsilcisidir. Şerafettin Atalay yaşasaydı gurur duyardı yeğeniyle…

***

Gezi Davası’ndan çıkan hukuksuz kararlara toplumun her kesiminden tepki yağıyor. Sosyalistinden liberaline, milliyetçisinden mütedeyyinine herkes isyanda! Hukukçular, siyasetçiler, sanatçılar, yazarlar art arda bildiri yayımlıyor; “Olmaz böyle şey, itiraz ediyoruz” diyerek seslerini yükseltiyor. Son olarak 198 edebiyatçı ve yazarın imzaladığı açıklamada, “Bu ülkenin edebiyatçıları ve yazarları olarak oradaydık, hâlâ oradayız, verilen cezaları hepimize verilmiş sayıyoruz. Korkmuyoruz, boyun eğmiyoruz” denildi.

Devrimciler sözünün eridir; yaptıkları işin arkasında dururlar!

Hem neden korkalım ki? Korkması gerekenler zalimlerdir, Gezi’de cinayet işleyenlerdir!

Gezi bizim onurumuzdur; çocuklarımıza, torunlarımıza bırakacağımız en değerli kalıttır.

***

Hiçbir haksızlık, yapanın yanında kalmaz.

Ruhi Su’nun dediği gibi: “Sorarlar bir gün, sorarlar!”

Ve o günler çok uzak değil…

Gün ola, harman ola…