Akademisyen Müftüoğlu, “Otokratik rejimin son bulması, baskı aygıtlarının etkisinin bir ölçüde azalmasını sağlasa bile işçi hareketleri egemenler tarafından emekçileri tahakküm altına alma anlayışı sürecek. Siyasi atmosfer nasıl olursa olsun etkili bir sınıf mücadelesine ihtiyaç olacak” diyor.

İktidar değişse de mücadele sürecek
Sağlık meslek örgütleri İstanbul Çapa’da 1 Mayıs’a çağrı yaptı. (Fotoğraf: Evrensel)

Yazı Dizisi - Sınıf ayağa kalkarken 1 mayıs

Hazırlayan: Dilan ESEN

İşçi sınıfının son yıllarda giderek artan hareketliliğini ve bunların nedenlerini Akademisyen Özgür Müftüoğlu ile konuştuk. Müftüoğlu, iktidar değişse dahi sınıf mücadelesinin süreceğine dikkat çekiyor.

İşçi hareketine yönelik artan saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunlara karşı örgütlü mücadele nasıl tepki veriyor?

Kapitalizm emek sömürüsü sayesinde var olan bir sistemdir. Bu nedenle emekçilerin sınıf bilincine ulaşması, sömürüye karşı mücadeleye girişmesi, burjuvazi tarafından sermayenin varlığına yönelik büyük bir tehdit olarak görülür. Bu tehdidi bertaraf etmek için -devlet mekanizması aracılığıyla- önce ideolojik aygıtları (eğitim, din, hukuk, siyaset, medya vb.), bunun yetersiz kaldığı durumda ise baskı aygıtlarını (kolluk güçleri, mahkemeler, hapishaneler vb.) kullanarak işçi sınıfını üretim sürecinden başlayarak toplumun her alanında tahakküm altına almaya çalışılır. Kapitalizmde krizler derinleştiği dönemlerde emek sömürüsünün artmasıyla birlikte, sınıflar arası çelişkiler daha görünür hale gelir ve ideolojik aygıtlar emekçiler üzerinde tahakküm oluşturmakta yetersiz kalır ve baskı aygıtları daha güçlü biçimde devreye girer.

70’li yılların başından buyana uygulanan neoliberal politikalarla birlikte üretim ve emek süreçlerinin esnekleşerek, devletin sosyal işlevlerini tamamen terk etmesi emek sömürüsünü arttırmış, büyük mücadelelerle kazanılmış olan sosyal hakların aşınmasına neden olmuştur. 89’da Berlin Duvarı’nın yıkılarak Doğu Bloku’nun dağılmasıyla tek kutuplu hale gelen dünyada ideolojik egemenliğini mutlaklaştıran burjuvazinin işçi sınıfı üzerindeki tahakkümü daha da artmıştır. Ancak emeğin ve beraberinde doğanın sınırsız biçimde sömürülmesine karşılık kapitalizm krizini aşamadığı gibi daha derin bir krizin içine girmiştir. Bugün burjuvazi, neoliberalizmin 50 yıllık tahribatı sonucunda güvencesizleşen, yoksullaşan, işsizleşen emekçi kesimleri ve onların yükselen mücadelelerini daha fazla tehdit olarak görmekte ve işçi hareketine baskısını/saldırılarını yoğunlaştırmaktadır.

Özgür Müftüoğlu

Sorunuzun ikinci kısmına gelince; burjuvazinin devlet aracılığıyla işçi hareketine yönelik baskıları/saldırılarına karşı bürokratikleşmiş, sistemin ideolojik araçları haline dönüşmüş sendikaların -kimi istisnalar dışında- yeterince tepki gösterdiğini söyleyemeyiz. Bunun nedenlerini sendikaların 20 yüzyılın başlarında bilimsel sosyalizmden uzaklaşıp, revizyonist-uzlaşmacı bir anlayışı benimsemiş olmasına kadar götürebiliriz. Fordist birikim rejiminin geçerli olduğu II. Dünya Savaşı sonrasından 1970’lere kadar toplu iş sözleşme düzeni içinde sendikalar işçiler adına üretim sürecinde kısmen de olsa söz sahibi olabiliyor; sosyal/refah devleti sayesinde sosyal haklar ve ücretler emekçiler tarafından tatminkâr bulunuyordu. Ancak 70’lerin başında krizden çıkmak için benimsenen neoliberal politikaların uygulamaya konulmasıyla birlikte üretimin çevre ülkelere kayması, küçük üreticiliğin öne çıkması, sosyal/refah devletinin yerini piyasa devletine bırakması vb. gelişmelerle birlikte sendikalar da sermaye biriminin önünde engel olarak görüldü ve etkisiz hale getirilmeye çalışıldı. İşte bu dönüşüm sürecinde revizyonist-uzlaşmacı sendikal anlayış, işçi sınıfının karşı karşıya kaldığı saldırılara yanıt veremedi. Aradan geçen 50 yıla ve işçi sınıfına yönelik giderek artan saldırılara karşı sendikalar hala bir mücadele odağı gelebilmiş değil. Aksine sendikal yasaların da yönlendirmesiyle işçi sınıfının küçük bir kesimini temsil edebilen bürokratikleşmiş hantal yapılar olarak emekçiler nezdinde güvenilirliklerini ve etkileri daha da azalmış durumda. Bu nedenle sınıf perspektifiyle hareket ederek bürokratik sendikacılık kapanında düşmemiş ya da çıkmayı becermiş az sayıda sendika, üye sayıları düşük de olsa bugün çok daha etkili bir mücadele yürüttüklerini söylenebiliriz.  

Türkiye’deki işçi hareketinin güncel durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? İşçi hareketi son dönemde nasıl bir pozisyon aldı?

Türkiye’de işçi hareketinin durumu dünyada olduğundan çok farklı değil. Türkiye’de neoliberal politikaların uygulamaya konulduğu 24 Ocak kararları ve 12 Eylül darbesinden bu yana “Türkiye’yi ucuz emek cennetine dönüştürmeyi amaçlayan” politikalar ısrarla uygulanmaya devam ediyor. AKP de iktidarı boyunca Kemal Derviş tarafından altyapısı hazırlanan neoliberal yapısal uyum programını sadakatle uyguladı. Bu bağlamda devleti sosyal işlevlerinden tamamen arındırırken, ekonomi yönetimini piyasa aktörlerine devretti; kamu işletmelerini hızla özelleştirdi; sağlık ve eğitim başta olmak üzere kamu hizmetlerini piyasalaştırdı; vergileri sermaye dışı kesimlerin sırtına yükleyerek ve sosyal harcamaları kısarak toplumdan alınan kaynakları ve kamu varlıklarını sermayeye aktardı. Öte yandan esnek ve güvencesiz çalışma rejimini yaygınlaştırdı. AKP’nin başta emekçiler olmak üzere sermaye dışı tüm toplum kesimlerinin haklarına yönelik saldırıları başlarda AB’ye entegrasyon görüntüsü altında daha çok ideolojik aygıtları kullanarak yaptı. Ancak özellikle 7 Haziran seçimlerinde toplumsal desteği kaybettiğini görünce baskı aygıtlarını devreye sokmaya başladı. 15 Temmuz Darbe Girişimi bahanesiyle ilan ettiği OHAL düzeniyle otokratik rejim inşa ederken, hedefinde doğrudan emekçilerin haklarını tamamen ortadan kaldırmak ve işçi hareketini tamamen baskı altına almak vardı.

Türkiye’de işçi hareketi, yukarıda da sözünü ettiğimiz dünya işçi hareketindeki gerilemenin yanı sıra bir de AKP iktidarının baskılarıyla karşı karşıya kaldı. Öte yandan AKP, iktidarının ilk zamanlarından itibaren sendikaları da tahakküm altına alarak, arka bahçesi haline getirmeyi amaçladı. Bunu önemli ölçüde de başardı. ITUC’un hak ihlalleri raporlarında yedi yıldır dünya hak ihlallerinin en fazla olduğu 10 ülke içinde yer almasına, emekçilerin milli gelirden aldığı payın giderek azalmasına, her ay en az 150 civarında işçinin iş cinayetlerinde yaşamını yitirmesine rağmen Türk İş ve Hak İş’ten ses çıkmaması bunun en önemli göstergesidir. Ayrıca AKP iktidarı döneminde üye sayısını tam 24 kat artırarak milyonlarca kamu emekçisi adına toplu sözleşme masasına oturtulan Memur Sen, “emeği, emekçinin hakkını, alın terini ve hukukunu savunmak” bir yana Türkiye’nin önce bir parti devletine ardından da otokrasiye (tek adam rejimine) dönüşmesinde önemli bir aparat işlevi görmektedir.

İşçi sınıfına yönelik tüm saldırılara ve sendikal hareketteki zaaflara rağmen, birçok iş kolunda güvencesiz çalışmaya, düşük ücretlere, ücretlerin ödenmemesine, iş güvenliği önlemlerinin yetersizliğine, sendikal hak ve özgürlüklerin engellenmesi vb nedenlerle birçok eylem ve direniş gerçekleştirildi. Bunların önemli bir kısmı sendikasız olup yeni sendikalaşmaya çalışan işyerleriyken bir kısmı da işyerinde örgütlü sendikaya rağmen yapılan eylem ve direnişlerdi. Özel okul öğretmenleri, kurye emekçileri gibi daha önce örgütlü mücadelenin olmadığı sektörlerde de etkili mücadeleler gerçekleştirildi. Bu mücadelelerde de önemli kazanımlar elde edildi.

Türkiye’de sınıf hareketliliği nereye evrilir?

Türkiye işçi hareketi baskıların en yoğun olduğu OHAL koşullarında ve sonrasında kalıcılaşan otokratik rejimde dahi mücadeleden uzak durmamıştır. Mevcut sendikal yapıların hantallığını, devlet ve sermaye ile işbirliği içinde olduğunu düşünürseniz bu mücadelelerin ne denli kıymetli olduğu anlaşılır. 14 Mayıs seçimlerinde AKP otokratik düzeni yıkılsa bile egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eden bir anlayış iktidarda olduğu sürece emekçilerin haklarına yönelik saldırılar durmayacaktır. Otokratik rejimin son bulması, baskı aygıtlarının etkisinin bir ölçüde azalmasını sağlasa bile işçi hareketleri egemenler tarafından tehdit olarak görülmeye devam ettiği emekçileri tahakküm altına alma anlayışı sürecektir. Bu nedenle Türkiye’nin önümüzdeki dönemde içine gereceği siyasi atmosfer nasıl olursa olsun etkili bir sınıf mücadelesine ihtiyaç olacaktır.

Türkiye işçi hareketinin ne yöne evrileceği, işçi sınıfının üzerindeki tahakkümü ne ölçüde aşabileceğine bağlı olacaktır. Bunun için de devletin ve sermayenin durumundan bağımsız olarak işçi hareketinin gücünü ne ölçüde tahkim edeceği belirleyici olacaktır. Bu bağlamda her şeyden önce sınıfa yabancılaşmış, bürokratikleşmiş, işçi hareketinin önünde engel oluşturan sendikal yapılardan kurtulma gerekir. Ardından da yasaların çerçevelediği sınırlarla kendisini bağlamayan işçi sınıfının tümünü kapsayacak, sınıf perspektifine sahip bir anlayışla sendikal mücadelenin yeniden örgütlenmesi gerekecektir. Belirttiğim gibi Türkiye’de en ağır koşullarda dahi mücadeleden vaz geçmeyen bir işçi hareketi vardır. Yapılması gereken; bunu yaygınlaştırmak, büyütmektir. 

1 Mayıs’a günler kaldı. 1 Mayıs emek hareketi için neden önemli, neler sağlıyor?

Bundan tam 132 yıl önce 1891’de yapılan II. Enternasyonal’in 2. Kongresi’nde 1 Mayıs, İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kabul edilmiştir. Egemenlerin her türlü yasaklamaları, provakasyonları ve hatta katliam girişimlerine rağmen dünyanın hemen tüm ülkelerinde emekçiler ekonomik, demokratik ve siyasi talepleriyle 1 Mayıs’ı kutlar. 1 Mayıs her şeyden önce kapitalizmin sınıflı bir sistem olduğunu ve patronla işçinin, sömürenle sömürülenin aynı safta olmadığını; sömürü çarkının kırılabilmesi ve emeğin özgürlüğü için bu sınıf kimliğiyle mücadele etmeleri gerektiği anımsatır. Dolayısıyla 1 Mayıs, milyarlarca emekçiye çıkarlarının ortak olduğunu ve birlikte mücadele ederlerse sömürü düzeninden kurtulabilecekleri bilincinin oluşmasını sağlar. Bu nedenle de burjuvazi onun uzantısı olan siyasi iktidarlar 1 Mayıs’ı tehdit olarak görür ve içini boşaltmaya ya da tamamen engellemeye çalışır.  İçinde bulunduğumuz dönem üretimle birlikte sömürü de küreselleşmiştir ve bu 1 Mayıs’ı çok daha anlamlı hale getirmektedir. 

Son dönemde hayat pahalılığı, zamlar, alım gücündeki kayıp ve düşük ücretler sınıfı etkileyen durumlar. Bunlar göz önüne alındığında 1 Mayıs’tan çıkacak talepler neler olacak ve işçiler bu taleplerin karşılanması için nasıl tepkiler verilmeli?

İş cinayetleri, pandemi, ekonomik kriz ve son olarak Maraş merkezli depremler, kapitalizmin emekçileri üretim sürecinde sömürmekle kalmayıp, kurduğu toplumsal düzen içinde beslenme, barınma gibi en temel haklarıyla yetinmeyip yaşam haklarını da ellerinden aldığını açık biçimde gösterdi. Bu koşullarda 1 Mayıs’ta egemenlerden bir takım taleplerde bulunmak yerine 1 Mayıs’ın anlamına uygun olarak, sınıf bilincini yaygınlaştırmayı ve örgütlü mücadelenin koşullarının oluşturulması gerekir. Bunu söylerken hiç bir talebin dile getirilmemesini kastetmiyorum. Elbette emekçilerin sorunları, gereksinimleri dile getirilecektir ki bu insanca çalışma ve yaşam koşullarının sağlanması olacaktır. Ancak mevcut düzende bu taleplerin yerine getirilmeyeceğini de vurgulamak gerekir.

***

EMEĞİMİZ VE GELECEĞİMİZ İÇİN 1 MAYIS’A

Sayılı günler kala ülke genelinde emekçilere yönelik 1 Mayıs çağrıları devam ediyor. Açıklamalarda, “Emeğimiz ve geleceğimiz için 1 Mayıs’ta alanlara” denirken Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, İstanbul Tabip Odası ile Türk Diş Hekimleri Birliği, 1 Mayıs 1977’de yitirilenleri anıyor. Bugün 11.00’de Kazancı Yokuşu’nda yapılacak anmanın ardından Şişhane ve Kadıköy’de açıklamalar gerçekleştirilecek. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, 1 Mayıs öncesinde üyelerine gönderdiği mektupla 1 Mayıs'ta alanlara çağırdı. Koramaz, açıklamasında şunları ifade etti: “Hayatımızı sürdürülebilir kılan tüm ihtiyaçlarımızın yaratıcısı olan 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı bu sene çok önemli bir tarihsel eşikte kutlayacağız. Yakıcı sorunlarımızı ve bunun altında yatan nedenleri yüksek sesle dile getirmek için emekçilerin, ezilenlerin, yoksulların taleplerini dile getirmek zorundayız.” Öte yandan Eskişehir 1 Mayıs tertip komitesi işçileri ve emekçileri 1 Mayıs'ta alanlara çağırırken açıklamada, şöyle dendi: “Uzun zamandır Eskişehir'de özlenen birlikteliği yakaladık. Emekçilerin durumu her geçen gün kötüye gidiyor. Taleplerimizle alanları doldurmalıyız. Bu 1 Mayıs yeni bir başlangıç için de son derece önemli.” Uluslararası Marksist Leninist Parti ve Örgütler Konferansı ise yayımladığı açıklamayla dünya işçi sınıfına "Hak mücadelesini sosyalizm mücadelesiyle birleştirelim!" çağrısı yaptı.

YARIN: Esther Lynch, 
Steve Hedley, Kıvanç Eliaçık