Cumhuriyet gazetesinden 10 yönetici yazar-çizer avukat 81 gündür tutuklu, iddianame bekliyorlar. Neyle suçlanacakları konusunda henüz bir karar verilememiş. Fakat olmayan iddianamedeki delilleri karartabilecekleri düşünüldüğünden “tutuklu” olarak bekliyorlar.

Bu haksızlık abidesine bir de Ahmet Şık eklendi. O da 20 gündür tutuklu. Onun da neyle suçlanacağı henüz belli değil. Çünkü bir iddianame yok.

Gazeteci Hüsnü Mahalli ise ağır sağlık sorunlarıyla karşı karşıya bulunuyor. Doktorlar “felç olabilir” diyorlar. Hüsnü’nün yıllardır yazdıklarını bu iktidar sonunda kabul etti. Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olacağım diye anlaşmaya imza attı. Peki o zaman Mahalli niye hapiste?

Hapisteki gazeteciler bu kadarla kalmıyor. Şu anda 150’ye yakın (146) gazeteci hapiste…
Biz de gazetecilik yapıyoruz!

Hadi ya!

•••

Yukarıdakiler kamuoyunun yakından tanıdığı isimler olduğu için yakından biliniyor. Bir de hiç bilinmeyenler var.

Mesela Menemen R Tipi kapalı Cezaevi’nde bulunan Ergin Aktaş’ın durumu bütün insani değerlerin yok olduğu konusunda ikna edici bir örnek oluşturuyor.

Ergin Aktaş, bir patlama sonucu iki eli elini kaybetmiş, üstüne üstlük bir de koah hastası. Adli Tıp Kurumu rapor vermiş:

“Cezaevinde hayatını tek başına idame ettiremez!”

Ama tek başına tutuluyor. Ayakkabıları giyip bağlayamıyor. Bu yüzden de hastaneye gidecek araca binemiyor. Görevliler ayakkabılarını giydirip bağlayacaklarına oturup iki satır tutanak yazıyorlar:

“Şahıs hastaneye gitmek istememiştir!”

•••
Ahmet Türk, Kürt siyasetinin yaşayan en önemli ismidir. Sürekli olarak hapse atılıyor. Çıkınca yeniden seçimli sisteme olan inancını göstermek için aday oluyor, parlamentoya giriyor. Oradan atılıyor. Yılmıyor. Yeniden seçimli makamlara aday oluyor. Kürtlerin bu sistem içinde var olabileceklerini kanıtlamaya çaba harcıyor. Son olarak Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. Bakın Kürtler için yolun sonu değil. Demokrasi içinde bir şeyler yapabiliriz mesajı verdi.

Ahmet Türk’ü yine görevden aldılar, yine hapse attılar.

Yetmedi!

Silivri Cezaevinden yargılanacağı Diyarbakır’a götürüyoruz diye, Elazığ Cezaevine koydular. Diyarbakır’a götürülüp getirilmesi buradan yapılacak. Ahmet Türk kalp pili taşıyor. Bu yüzden de cep telefonu dahi kullanamıyor. Bütün bunlara karşın avukatı Erdal Kuzu onunla görüştükten sonra diyor ki:

» Sayın Ahmet Türk sağlık durumu üzerinden bir kamuoyu yaratılmasını istemiyor!

•••

Türkiye’nin 3. büyük partisi HDP’nin Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ailesi Diyarbakır’dadır. 4 Kasım 2016 gecesi evine yapılan bir baskınla gözaltına alındı. Edirne’ye götürüldü. Tutuklandı. Edirne Cezaevi’ne konuldu.

Eşi Başak Demirtaş ile iki kızı Delal ve Dilda her hafta babalarını görebilmek için 1700 kilometre gitmek ve aynı gün geri dönmek zorundalar.

Türkiye Büyük Millet Meclisi var. Açık. Çalışıyor. Ama 3. büyük partinin liderleri Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ tutuklular.

Her şey “normalmiş gibi” yapılıyor.

Gazeteler yayınlanıyor. Televizyonlarda tartışma programları yapılıyor.

Nasıl daha iyi olabiliriz?

Demokrasi için hangisi daha iyi sonuç doğurabilir?

Sonra bir bomba patlıyor. Aynı tartışmacılar, gayet sakin biçimde bu bombanın aslında kimi hedef almış olabileceği üzerine derin tahliller yapıyorlar.

12 Eylül döneminde işkenceciler kartonlara yazıp nezarethanelerin girişlerine asarlardı:

“Burada Allah yoktur, peygamber de izne çıktı!”

Böylece gözaltına alınmış olanlara nasıl bir insanlık dışı muamele görecekleri hakkında bilgi verilmiş olurdu.

Şimdi memleketin en görünen yerine, hissedilen harflerle yazılmış bir Anayasa maddesi bulunuyor:

» Bu memlekette insanlık izne çıktı!

***

Eşekten düşen karpuz

Şanar Yurdatapan iflah olmaz bir insan hakları savunucusudur. Ayrı zamanda iflah olmaz bir iyimserdir. Demokrasi ve insan haklarını herkes için savunur.

1990’lı yıllarda sürgürden döner dönmek soluğu Şırnak’ta almıştı. Destansı bir üne sahip olan Kasrik Boğazı’nı tek başına geçmiş, Şırnak’a varmıştı.

O zaman bütün Türkiye’ye göstermişti ki, burası bir mezbaha görünümünde!

O yıllarda siyasi İslamcılar da baskı görüyorlardı. Şanar onlarla da ilgilendi.


İslamcı gazeteci Abdurrahman Dilipak hakkında açılan davaların değişmez destekçisi oldu. Birlikte demokrasi ve özgürlük mücadelesi vermek için yola çıktılar.

Dilipak bu birlikteliği bir benzetme ile açıklıyordu.

» Biz karpuz gibiyiz. Dışı yeşil, içi kırmızı!

Dilipak karpuzun dışı olan İslamcı yeşili, Yurdatapan ise karpuzun içi komünist kırmızıyı temsil ediyorlardı.

2000’li yıllara geldi. Dilipak ve arkadaşları huzura erdiler.

Şanar ve arkadaşları ise aynı yerdeydiler:

» Düşünce özgürlüğü suçu(!) olmasın diye mücadele ediyorlardı.

Şanar Yurdatapan yine mahkemelere düştü. Hatta mahkum bile oldu.

Peki Dilipak onun yanında mıydı?

Ne yazık ki yoktu!

O kendini kurtarmıştı!

Onun ideolojisi böyle gerektiriyordu.

Karpuz eşekten düşmüştü!