Çok “girişimci “ milletiz vesselam! Kaçak inşaat, kaçak ruhsat, kaçak işçi, kaçak benzin, kaçak sigara, kaçak ilaç, kaçak vergisizlik gibi, girişim patlaması yaşadığımız alan çok!

Çok “girişimci “ milletiz vesselam! Kaçak inşaat, kaçak ruhsat, kaçak işçi, kaçak benzin, kaçak sigara, kaçak ilaç, kaçak vergisizlik gibi, girişim patlaması yaşadığımız alan çok! Hadi, kapitalizmin acımasızlığı içinde, elde avuçta fazla bir şey olmadığı, ama iyi yaşamak istediğimiz için, bir de gözümüz yanımızdakinin ne aldığı, ne kaptığında olduğundan girişimciliği kaçağa dönüştürmeyi anladık diyelim; su akarken doldurmak lazım! Ancak bir de, cılız akan suyu hortumlarla çoğaltanlar var ki, onları başımıza seçimle getirmek gibi bir işi de beceriyoruz ki, şaşmamak mümkün değil! Bu işi anlamam kolay değil ama bugün konu o değil, geçelim.

Tabii kaçağın da, hortumlamanın da çeşitleri var. Mesela, en altta geçim derdiyle yapılan “kaçaklar” var; başka yolu olmadığından katır sırtlarında sigara, mazot vs taşıyan kaçakçı; evine bir kat daha çıkmaya çalışan dar gelirli; kaldırımları sandalyesi-masasıyla işgal eden; her köşe başı, her boşluğu doldurma azmindeki küçük esnaf gibi... Bu tür kaçaklarla belediyeler arasında, al gülüm-ver gülüm hikâyesi içinde yaşanan hikâyeler de çok; kasabalarımızın, kentlerimizin aldığı kaotik ve çirkin halin bu “al gülümlerin” eseri olduğunu bilmeyen de yok.
Ne yazık ki, yukarıya doğru yükseldikçe, yalnız manzaralar değil, ahlaktan hukuka  her şey bozulmakta. En kötüsü de, kaçak-hortum ilişkiler olağanlaşırken, hukuk” kaçaklaşmakta!

Örneğin, şu betonlaşan kentler, övüne övüne bitiremediğimiz kuleler, AVM’ler; insan çalıştırırken insanı candan saymayan business dünyası, bizim üstümüzden kazanırken vergi ödememeyi marifet sayan açık gözler; şikeyi oyun yapmış spor dünyası; hak-hukuk okuturken eğitim ticareti yapmaktan öteye gidemeyen üniversiteler; üniversiteye girişten TUS sınavına kadar tüm sınavlarda, istediği olsun da, varsın skandal olsun demekten sakınmayan “sınav” bitiriciler...  Unuttuğum, bilmediğim daha ne çok şey!

Bu ülkede, inşaatı dünyalara duyurulan 3. Havalimanı bile kaçak niteliğinde! İstanbul’un temel planı niteliğinde 1/100 000 ölçekli Çevre Düzeni Planı’nda yok! Şehir plancıları ve İnşaat Mühendisleri Odası dava açmış ama dinlenir mi dersiniz!

Artık bu memlekette, yapılanı kitabına uydurmaya çalışmak yerine, kitabı yapılan uydurmaya çalışan bir zihniyet iş başında.

Mesela, o, efsane denilen, dairelerin satış fiyatına da, kirasına da aklımın ermediği o kuleler, o residanceler; kaç ünlü markanın yerleştiğinin hesabına girişilen AVM’lerin arkasında olup bitenler! Şehir Plancıları, İnşaat Mühendisleri; Mimar Odaları dava açadursunlar! Onlar, kullanım alanını ikiye, kat yüksekliğine de 5- 10 kata arttırıvermişler; sonra da yapılan plana uyduruluvermiş! Bu caanım arazi, bu güzelim yer boşa mı gitsin yani! Hele her bir metre kare 10-20 bin dolar ediyorsa, her kat 5-10 milyon dolara satılıyorsa...

Bu ülkede “iş bilmek”, ekonomi-siyaset (business-hükümet) arasındaki ilişkileri kullanmayı bilmekten geçiyor. Her zaman öyleydi ama, iş dünyasının  “beslenmeyi-beslemeliği” bu kadar pervasızca kullandığı olmamıştı, hükümetlerin de iktidar uğruna hukuku bu kadar keyfileştirdiği görülmemişti...

O nedenle bugünkü durum, dünden farklı. Şimdi, yalnız yeni zenginler yaratılmakla kalınmıyor; “yeni Türkiye, yeni siyaset, yeni teamüller” filan arasında “yeni ve kapkaççı” bir hukuk en tepelere yerleştiriliyor!

Bir bakıyoruz, cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan hem başbakan hem cumhurbaşkanı olmuş. Resmi Gazete’de yayımlanması gereken seçim sonuçları, AKP Kongresi yapılana kadar ertelenmiş. Halkın seçimiyle geldiğinden, yeni hukuk, yeni teamül yaratma hakkı var!

Bir bakıyoruz, Hesler, barajlar, köprüler ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) kararlarına takılmış ama ÇED kararı önce Bakanlığa, sonra valilere bağlanıyor; o da yetmezmiş gibi yüzlerce büyük projeyi etkileyecek biçimde ÇED muafiyeti yürürlüğe giriyor. Sonra da Çevre ve Şehircilik Bakanı, bir soru üzerine, 2009-2014 döneminde 21 bin 86 “ÇED gerekli değildir kararı” verildiğini söylüyor. Ne de olsa, çevre, ekolojik sistem, sağlık ve güvenlik hepsi kendi tasarruflarında!

Bir bakıyorsunuz, 301 insanın öldüğü Soma faciası sonrasında, madene önceden olumu rapor veren müfettişlerin soruşturulmalarının karşısına Çalışma Bakanlığı çıkmış!

Bir bakıyorsunuz, o görkemli inşaat sektörü, son beş yılda 35 bin kaza ve bin 754 ölümle tehlikeli sayılan işyerlerinin önüne geçmiş.  Bu yılın yedi ayında ölen işçi, sayısı 242! İşyeri denetimi yok mu diye isyan ettiğinizde, öğreniyorsunuz ki, meğer denetim özelleştirilmişmiş!

Bir de hâlâ “hukuk “devleti denmiyorlar mı? Oysa sormak lazım: Hukuk devleti, siyaset anlayışında  mı; yetkilerin kullanımında mı; farklı kurumların farklı yetkilerine saygıda mı; demokratik hak ve özgürlüklerin tanınmasında mı; Meclis’in yasamadan denetime uzanan işlevlerinin yerine getirilmesinde mi; Sayıştay’dan başlayarak denetim kurumlarının işlevlerini yapabilmelerinde mi;  yargının bağımsızlığında mı; medyanın tarafsızlığında mı? Hukuk devleti nerede?

Bütün bu ilişkilerde yalnız otoriterlik değil, keyfilik –hukuksuzluk inşa edilirken, benim bu olup bitene “kapkaç hukuk” demem de çok olmaz!