Gerçeği aramanın her zaman bir bedeli oldu. Kirli oyun kuranlara, yalandan, talandan taraf olanlara, insan onurunu çiğneyen ve yaşama düşman kesilenlere hesap sorma cesareti; gücü, doğruyu çoğaltmak yerine korkuyu yönetmek sayanlar tarafından her seferinde boğulmak istendi. Bu bazen bomba olup parçaladı, bazen kurşun olup yıktı hayatımızı; bazen de dört duvar arasına tutsak eden bir karar… […]

Gerçeği aramanın her zaman bir bedeli oldu. Kirli oyun kuranlara, yalandan, talandan taraf olanlara, insan onurunu çiğneyen ve yaşama düşman kesilenlere hesap sorma cesareti; gücü, doğruyu çoğaltmak yerine korkuyu yönetmek sayanlar tarafından her seferinde boğulmak istendi. Bu bazen bomba olup parçaladı, bazen kurşun olup yıktı hayatımızı; bazen de dört duvar arasına tutsak eden bir karar… Ama ne gazetecinin hakikati bulma azmine, ne de hukukçunun adaleti sağlama mücadelesine engel olunabildi. Aksine, her defasında acziyetin en büyüğünün bunlara karşı gelmek olduğu kanıtlandı. Avukat Selçuk Kozağaçlı’nın babasının cenazesinde bileğine takılan o kelepçe bunun son örneği.

***

Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Başkanı ve Halkın Hukuk Bürosu (HHB) avukatı Selçuk Kozağaçlı 2017’nin kasım ayından beri tutuklu. ‘Silahlı terör örgütüne üye’ olmakla suçlanıyor. Neye dayanarak? Mağdur aileleri temsilen, duruşmalara katılmak üzere gittiği Soma’da bir evin etrafında görülmüş olmasına… O ev ki, Kozağaçlı’nın çevresinde dolanmadığı, bizzat içinde konakladığını söylediği ÇHD üyesi bir arkadaşına ait. Ayrıca halka açık düzenlenen uluslararası bir sempozyuma konuşmacı olarak katılmış olması da cabası… Örgütsel yazışmalarda kod isimle adı geçtiği iddia ediliyor ancak o belgelerin orijinallerini gören yok. Elde var bir gizli tanık ifadesi ki o da Türkiye’de hukuku ‘ayakta tutan’ tek ‘kanıt’!

***

Bu noktada, Kozağaçlı’nın hangi davaların peşini bırakmadığına dair ufak bir hatırlatma yerinde olur çünkü; benzer iddianamelerde olduğu gibi, ‘orda burada görülmüş, onu bunu konuşmuş’ gibi herhangi bir suça neden oluşturmayan, ancak erki rahatsız eden gerekçeleri billurlaştıran, iddiasız iddianameleri anlamanın en hızlı yolu bu. Metris Cezaevi ve Beyoğlu Karakolu’nda işkenceyle öldürülen Engin Çeber ve Festus Okey davaları; işten atılan işçilerin hak davaları, parasız eğitim talepleri hapiste son bulan öğrencilerin davaları; kentsel dönüşüm mağdurlarının davaları; toplumsal olaylarda yaşanan polis şiddeti davaları; kaybedilenler; yörelerinde HES istemeyen köylülerin davaları; şiddete, tecavüze uğrayan kadınlar, çocuklar; Dilek Doğan ve Berkin Elvan; Soma ve Ermenek’te patronlara karşı işçi ailelerinin mücadelesi; KHK ile ihraç edildikleri işlerine geri dönmek isteyen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça davları…

***

Selçuk Kozağaçlı gibi daha önce de haklarında soruşturma açılan ve hapis yatan ÇHD ve HHB’li avukatlar; gerçeğe ulaşmayı güçleştiren gizlilik kararlarıyla mücadele eden; kamu gücü karşısında kendini güçsüz ve savunmasız hissedenlerin yanında duran; işkence ve kötü muamelenin engellenmesi için çabalayan; usülsüz ve kuralsız yargılamaların vicdani değerlerle birlikte hukuku ayaklar altına alan süreçlere dönüşmemesi için direnen bir savunma hattının temsilcileri. Baskı ve korkuyla toplumsal muhalefetin engellenmeye çalışıldığı; insanların tek kelimeyle kendini hakim karşısında bulduğu bir dönemde bu hattın kırılması şeklen ve ruhen belli ki şart görülmüş. Ancak gerçek şu ki; kaçma şüphesi olmadığı halde babasının cenazesine kendisine refakat eden polisle kelepçelenmiş bir şekilde getirilen Kozağaçlı’nın bileğindeki zincir savunmanın, hukukun, adaletin, vicdanın, ahlakın boynuna geçirilmiş bir kilitten başka anlam taşımıyor. Adalet hukuktan koparıldığından beri bu böyle. Görünen o ki avukatı küçük düşürmeyi hesap edenler, anahtarı elinde tutanın acziyetini atlayıvermiş.