Nuh Köklü, kartopu oynarken beklenmedik ölümle karşılaştığında, “keşke, bir rüya olsa!” diyor ya, ben de “keşke, yaşadıklarımız kabuslu da olsa yalnız rüya!” olsa diyorum. Uyansak ve rüyaymış deyip rahatlayabilsek! Özgecan’ın böyle vahşice öldürülmediği; Nuh Köklü’nün pisi pisine ölüme kurban edilmediği;  her gün kadına karşı şiddetin yeni bir örneğinin yaşanmadığı; sesini biraz yükselten gençlerin tutuklanmadığı; muktedirliğe doyamayan hükümetin her gün yeni bir marifetiyle karşılaşılmadığı bir dünyaya uyansak!

Ne yazık ki, kabusları rüyada değil gerçekte yaşıyoruz; merkezinde de dayatma ve şiddet var. Mesela iktidarın gücü ve şiddeti!  Yasal düzenlemelerden gündelik hayata uzanırken, bazen, “iç güvenlik paketi”  oluyor; bazen, yolsuzluk şekline bürünüyor; bazen kindar gençlik beklentisinden tecavüze uğrayan kadının doğurmasına uzanan söylemlere dönüşüyor. Kısacası, iktidar, geleneksel kadın modeline dayanan ve kadını birey olmaktan çok anne olarak görmek isteyen zihniyetiyle, bir anlamda bunun dışına çıkan kadına yönelik şiddeti “meşrulaştırdığı” gibi, ortaya koyduğu “rol-modelle” de topluma neyin örnek alınacağını, neyin doğru olduğunu göstermekte. Bir başka deyişle, muhafazakar değerlere sürekli yatırım yapılarak kadın ataerkil topluma hapsedilirken, eril değerlere paralel biçimde, gücün ve otoritenin mutlaklığı, paylaşılmazlığı üzerine bir iktidar zihniyetiyle de zaten itaate dayalı toplum anlayışın önde olduğu muhafazakar bir toplumda bu anlayışlar daha da güçlendirilmektedir.

Meclis’te geçen gün yaşanan ibretlik kavga bile, bir yandan erkeğin fiziksel gücünün nasıl hep önde olduğunu göstermesi, öte yanda AKP zihniyetini ortaya koyması açısından önemli. Görüldüğü kadarıyla AKP milletvekilleri, kabul ettirmek istedikleri “iç güvenlik paketi “ gibi, itiraz edilmeye, güçlerine karşı çıkılmasına gelemiyorlar! Hazırladıkları yasa gibi, onlar da karşı çıkana “fiziksel şiddet” uygulamaktan kaçınmadıkları gibi, son zamanlarda emniyetin dijital verilerle oynaması gibi, “kadınlar birbirlerini paraladılar” diyerek tevatürler uydurmakta da beis görmüyorlar. Nereden baksanız, “iyi bir örnek!”

Öte yandan, itaate dayalı bu toplumda genel olarak baskı ve şiddet olduğu gibi,  kadına yönelik baskı ve şiddet de az değil. Bugün Özgecan’ın vahşice öldürülmesini ağlıyor toplum; ne kadar ağlasa, ne kadar isyan etse de az! Az, ama kadına yönelik tecavüzleri, kadına yönelik şiddeti yaşadığı ve kuşaktan kuşağa aktardığı değerlerde aramak da gerekiyor. Yalnız Özgecan değil, daha birçok kadın tecavüze uğruyor, öldürülüyor, şiddet görüyor bu toplumda; öldürülmese de, namus belasına horlanan, acı çektirilen kadın da çok! O nedenle, Özgecan’ın öldürülmesine isyan etmesine etsinler de, bu toplum, kadınla ve erkekle bütünleştirdiği değerleri de düşünmeye başlasa iyi olur, diyorum!

Ayrıca kadına yönelik şiddeti yalnız fiziksel şiddet olarak düşünüp, bu alanı daraltmak da doğru değil. Kadının karşılaştığı şiddet, evden işyerlerine kadar güçsüzlük ve itaat olarak, sövgü ve küçük görme olarak, ekonomik ve psikolojik olarak birçok türde yaşanmakta. Eşini dövmese de horlayan erkeklerin hiç az olmadığını da düşünebiliriz, işyerlerinde kadın olduğu için daha az takdir görüp daha çok yıldırılanların da.... Kanımca, silme erkek dolu partiler, sendikalar ve şirket yönetimleri bile- vitrinlik kadınları dahil-  erkek gücünün kadına dayatılması, ya da kadının “hor” görülmesi olarak düşünmek mümkün. Yani, Özgecan’a yanmak, yollara dökülüp hesap sormak hem bir hak hem bir borç; ama hakkın ve borcun öyle şiddet, ya da tecavüzle sınırlanmadığını da bilmek lazım.

Bu yüzden, Özgecan’ın babası gibi insanlara çok ihtiyacımız var. O baba, bir yandan “sevmekten başka çıkar yolumuz yok “diyor; öte yandan, kimseyi, lanetlemeden, Özgecan’ın ölümünden sevgiyi-saygıyı öğrenmeye uzanan bir mucize umuyor! Ben de, o güzel adam örnek alsak da, Özgecan’ın yarattığı yangından sevginin ve barışın, eşitlik, özgürlük ile dayanışmanın çağrılarını duyacağımız bir mucize yaratabilsek diyorum!