Milyonlarca insanın aklından geçen ilk şeydi eminim; “Vay arkadaş, Köfteci Yusuf kadar kıymetimiz yok.” Çünkü, “Ben olmasaydım…” ile ağırlığını cümlenin başına yerleştirerek konuya giriş yapan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun sorumluluğundaki bekçilerin şiddetinden korunmak için insanlar polis çağırmak zorunda kalırken, o, “Ben olmasaydım, mafya köfteciye çökecekti” diyerek organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in, hakkında ileri sürdüğü iddiaları yanıtlamaya çalışıyor. Youtube’da izlenme rekorları kıran videolarında “Kimleeer kimlerle beraber” anlatmaya devam ediyor Peker. Adeta, “Beraber yürüdük biz bu yollarda Volume 2.” Marmara Denizi’nin kustuğu salya gibi, derinlerin yüzeye en yakın olduğu zamandayız yine.

***

Soyut bir kavram devlet. Gözle görünmez, elle tutulmaz, dişe gelmez. Bu sebeple bir takım anlamların yüklenmesine de, kutsallaştırmaya da uygun. Devlet ana… Devlet baba… Ana gibi şefkatli, baba gibi koruyucu… Ama aynı zamanda devlet siyasetçinin, bürokratın, askerin, polisin şahsında somutlaşan da bir şey. Dolayısıyla insanın insan olmak kaynaklı taşıdığı bütün defolarına açık ve her yüceltildiğinde aynı yerden karaya oturuyoruz hepimiz. Kutsallaştırılan dokunulmaz olur, dokunulmayan karanlıkta kalır, karanlıkta kalanın üzerine ekleyen çok olur. İnsan elinden çıkan felaketlerin en büyüğü de, hep o laf söylettirilmeyen yerlerin tutuşmaya başlamasıyla gelir başımıza zaten.

***

İster bir baskı aracı, ister bireysel özgürlükleri tehdit eden, ister varlığı savaşa ve kaosa bağlı bir yapı olarak değerlendirilsin; devleti meşru şiddet tekeli olarak tanımlayan Max Weber’in vurguladığı gibi şiddeti araç olarak kullanmak, devletin en önemli vasfıdır. Bu aracı, varlığına tehdit olarak gördüğü an kullanma yetkisine sahip devlet, gökyüzünden bize bakan bir hayalet olmadığına göre, hükümet/iktidar tarafından kumanda edilir. Yetki sahibi belli olduğu gibi, sorumluluğun da kimde olduğu açıktır. Hukuk çalışır ve böylece devlet, çeteden ayrılır. Gerek doksanların sonundaki Susurluk kazasında karşımıza çıkan devlet-polis-mafya üçgeni; gerek yirmi beş yıl sonra Peker ifşasıyla ortaya saçılan bilgilerin gösterdiği gibi devleti yönetenler, zor kullanma gücünü, kullanışlı gördüğü bir takım harici adamlarla paylaşmayı hayatta kalabilmenin şartı olarak görmeyi adet edinmişe benziyor.

***

Devlet, insanla beraber yeşeren ve yine onunla beraber çürüyen bir yapı. Türkiye halkının tek tek, bizzat sahibi olduğu, ancak kendi kadar güçlü ve asla kendinden büyük olmayan beşeri bir unsur. O yüzden, 2021’de bir kez daha patlayan kanalizasyon “Yesinler birbirlerini” deyip uzak durulacak ya da “düşmanımın düşmanı dostumdur” düsturuyla hareket edilip akışına bırakılacak bir konu değil. Tıpkı AKP - Fethullah işbirliği ile yürütülen kumpas davalarında olduğu gibi, ya da sonra, birbirleriyle kavgaya tutuştuklarında ortalığın yangın yerine dönmesi gibi… Gasp edilen hepimizin hayatı, hepimizin geleceği. Tıklayıp geçerek kurtulamayız bundan. Evinizin içinde birikecek çöpe de, etrafı darmadağın ederek kavga edenlere de nasıl tahammül etmeyeceksek buna da seyirci kalamayız. Korkmalıyız olanlardan. İrkilmeliyiz ortaya saçılanlardan. Yoksulluk ve hak gasplarından kurtulmak için bu kavgayı fırsat bilenler çok yanılır. İtirazı olan bütün kurum, kişi ve gruplar olarak hukukun işlediği özgür, demokratik bir düzen inşası ve güçlü, örgütlü bir toplumsal muhalefet için, hızla bir araya gelemezsek, maalesef bu pisliğin altından kalkabilmemiz zor olacak, çok zaman alacak.