Komplo teorileri ve fikir özgürlüğü

Bilim dışı düşünceler insan tabiatının bir parçası. Düzeltmeye çalışsak da çoğunlukla etkisiz kalacağımızı biliyoruz, alışıyoruz. Ama bazen bir furya başlıyor; insanların, özellikle de çocukların sağlığını tehlikeye sokacak yanlışlar yayılıyor, o zaman büyük bir çaresizlik duygusu yayılıyor insanın içine. Mesela Soner Yalçın’ın yeni çıkan kitabında yazdıkları yüzünden ilaçlarını bırakan yaşlıları, çocuklarını aşılatmayan ebeveynleri görünce.
Burada Yalçın’ın yanılgılarına girmeye yerimiz yetmez. İlgili uzmanlar defalarca doğrusunu anlattılar zaten, isteyen bulabiliyor. Asıl olarak, Yalçın’ın söylediklerinin eğitimli kesimde bu kadar tutunmasının sebeplerini merak ediyorum.

Yalçın’ın kitabını basan yayınevinin İzmir’de bir şube açacağına, bu açılışa belediye başkanının da katılacağına, aynı gün ve yerde Yalçın’ın imza günü yapacağına dair bir haber okuyunca, bir belediye başkanının böyle bir kitaba destek verir görünmemesi gerektiğine dair bir tweet attım. Bunun üzerine şöyle bir tepki aldım:

“Nerede kaldı demokratlığınız ve fikir özgürlüğü? Katılın ya da katılmayın bir yazar araştırma yapmış ve bulduğu sonuçları kitaplaştırmış. Ayrıca k...ndan da uydurmamış. Bırakın okuyucu karar versin, sansür uygulayarak sizler değil.”

Her şeyden önce, destek verilmemesini istemenin sansür uygulamakla hiçbir ilgisi yok. Her yerde reklamı yapılan, yazarının her yerde konuştuğu bir kitabın sansürlenebileceğini düşünmek gülünç. Zaten, yapabilecek gücüm olsaydı bile sansür istemezdim. Hezeyanları sansürlemek, sadece onların olduklarından daha değerliymiş gibi algılanmasına yarar.

“Araştırma yapma” konusunda genel bir bilgisizliğimiz var. Okuldayken ansiklopediyi kopyalayarak “araştırma ödevi” yaptığımızı zannederdik, şimdi de web araması sonuçlarını akıl süzgecinden geçirmeden toplayan kitapları araştırma sanar olduk. Yalçın siyasi konularda iyi bir araştırmacıdır belki, bilemiyorum, ama bilimsel konuları araştırma yeterliliği yok. Kendisi kafasından uydurmamışsa bile, başkasının uydurduğu hikayelere inanmak istemiş ve bunlarla kitap yazmış. Neye inanmak istediğine baştan karar vermiş, buna uyan şeyleri seçmiş, gerisini göz ardı etmiş.

Zayıf bilimsel dayanaklarla akla hitap edemeyeceğine göre, ikna edici olmak için duygulara hitap etmesi gerekiyor. Özellikle de korkuya, çünkü korku aklı susturur. “Soykırım yapıyorlar, çocuğunuzu öldürüyorlar” gibi kışkırtıcı sözlerle sunulan iddiaların sağduyuyla değerlendirilmesi çok zordur. Böyle bir tartışmada bilimsel delillere ve mantığa dayanmaya çalışanlar, karşı tarafın belden aşağı darbelerine maruz kalabilirler.

“Fikir özgürlüğü” konusunda çok kullanılan bir benzetmeye başvurursak, nasıl ki kalabalık bir salonda “Yangın var” diye bağırmak fikir özgürlüğü değilse, insanların ilaçlardan ve aşılardan korkmasına sebep olacak mesnetsiz iddialar öne sürmek de fikir özgürlüğü değildir. Kaldı ki bilimde istediğini uydurma özgürlüğü yoktur. Bilimsel tartışmalar acımasızdır; somut delillere dayanmayan iddialara saygı gösterilmez. Bu gibi teknik konularda “Okuyucu karar versin” denemez, çünkü ilaçların ve aşıların işe yararlığı, katı bilimsel protokoller çerçevesinde, uzmanların belirleyebileceği bir şeydir.

Elbette uzman olmayanlar konuşmasın demiyorum. Daha önce de defalarca yazdığım gibi, uzmanlara sadece otorite oldukları için güvenmek hatadır. İlaç endüstrisinin kâr amaçlı olduğu da açık bir gerçek. Yalçın’ın temsil ettiği komplocu aşırılık bir yana, insanlar vücutlarına ne aldıklarını sorgulamakta yerden göğe kadar haklılar. Bu yüzden uzmanlar bilgilerini paylaşmalı, yazmalı, çizmeli, konuşmalılar. Bilimsel zeminden çıkmadan, bir ilacın işe yaradığını nasıl ölçeriz, klinik deneyler nasıl yapılır, aşıların faydasını nereden biliyoruz, anlatmalılar. Sözde bilimlerin, şarlatanlıkların, komplo teorilerinin, büyü düşüncesinin yayılmasını engellemek için başka hiçbir çare yok.

Bilim okuryazarlığı bir toplum için ölüm kalım meselesidir.

cukurda-defineci-avi-540867-1.