Siyasi iktidarın, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘ne yapacağını bilmez hale geldiği’ bir sürece tanıklık ediyoruz. Endişe, kaybetme korkusu, ‘kaybedersek ne olacağız’ kaygısı atılan her adımda anlaşılıyor.

İktidarın telaşı ve nedeni
‘Normal bir iktidar’ olma çıtasını yıllar önce aşan AKP, ‘tükeniş sonrasının da’ sessiz sedasız kapanmayacağının farkında. Daha açık olmak gerekirse; kendisine muhalifleri ve onların en meşru taleplerini ‘terörle’ ilişkilendiren siyasi iktidarın bizzat kendisi yıllardır her alanda büyük suçlar işledi.

Anayasal rejimi değiştirme isteği, katliamlar, yolsuzluk dosyaları, komşu topraklarda işlenen savaş suçları, darbedeki şaibeler sadece ilk akla gelenler.

AKP’nin iktidardan düşmesi, siyasi ve toplumsal olarak ‘davalık’ olacağı anlamı taşıyor. Telaş bundan. Keşke Erdoğan ve AKP, “Bir dahaki seçimde yeniden iktidar olma yollarını ararız” diyebileceği bir iklimden uzaklaşmamış olabilseydi. Bu sayede Türkiye’nin yakın tarihine damga vuran olayların hiçbiri yaşanmamış olur, İktidar açısından da böylesine büyük ve ‘anlaşılır’ korkular ortaya çıkmazdı.

Telaşın yansımaları ise farklı biçimlerde ortaya çıkıyor.

Çıkış yöntemleri: Atatürk sevgisi değil anket kaygısı
Krizden çıkış yollarında, aklın sınırlarını zorlayan yöntemler aranıyor. Cumhuriyet’e ‘reklam arası’, diyen kurucu üyelerini ‘iki ayyaş’ olarak nitelendiren zihniyetin, geldiğimiz noktada ‘Anıtkabir’de saygı ile eğilmesinin’ Atatürk aşkıyla değil anket sonucuyla ilişkili olduğunu toplumun tüm kesimleri biliyor.

İçeriye ve dışarıya karşı
Atatürk’ün, AKP siyasetine alet edilmesinin önemli nedenlerinden biri dışarıya karşı ‘demokrasi’ görüntüsü çizmek. İçeride ise birleştirici bir algı yaratma çabası. Bu ‘sevgiyi’ aynı zamanda bir kısım muhalefetin, önünü onun yöntemiyle kesmek amacı taşıdığı da söylenebilir. Muhalifin rolünü çalarak, onu etkisiz hale getirmek! ‘Atatürkçülük size kalmadı, o da sizin taleplerinize karşı çıkardı’ sözlerinin sıkça dillendirilmeye başlanması ilginç bir kriterdir.

Yenikapı’da aynı şey olmuştu
AKP ve Erdoğan aynı şeyi ilk kez 15 Temmuz Darbesi’nden hemen sonra, Yenikapı mutabakatı günlerinde denemiş, başarılı olmuştu. Dışarıya bütünlük, içeriye kardeşlik mesajının hemen ardından ise toplumun üzerinden bir silindir geçti. Bir kere daha aynı tuzağa düşmemek muhalefet açısından önemli.

Korktukça...
AKP ve Erdoğan, faşizmin klasik metodlarını kullanmayı da ihmal etmiyor. Bunda da el yükseltip türlü yenilikler deniyor. Suruç’la yükselen, Ankara katliamı ile zirveye taşınan ‘korku imparatorluğu ruh halinin’ sabit kalmasına özen gösteriliyor. Ne zaman toplumsal muhalefetin sesi gür çıksa, silahların ortaya çıkıp, ‘kan içme’ tarzındaki alçak söylemlerin artması tesadüf değil.

Ses istemiyorsak nedeni var!
“Susun çünkü bir kez daha kazanamazsak sonumuz kötü.”
“Durun, kirli dosyalarımızın ortaya dökülmesinden aklımız çıkıyor. “
İktidarın mesajı da yöntemi de anlaşılır. Topluma abluka, gazetecilere baskı, avukatlara kelepçe. Bunlarla birlikte iktidarın ‘susun’ mesajlarında ve toplumu etkisizleştirme çabalarında yenilikler de görülüyor. ‘Paradise’de ortaya çıkanların ardından “Çocuklarımı soruşturabilirsiniz” dedikten hemen sonra Cumhuriyet’e 500 bin TL’lik dava açan Başbakan Binali Yıldırım’ın hamlesi bu yeniliklerden birine emsal. Bu karşı atak; acaba ‘parayla gözdağı ve terbiye dönemi mi başlıyor?’ şüphesini de beraberinde getiriyor.

STK’lere ‘Kavala’ üzerinden gözdağı
Yeni Türkiye’de ‘yenilik’ mevzubahis ise işadamı Osman Kavala’nın tutuklanmasını da ayrıca mercek altına almak gerekiyor. Bu denli anlamsız ve hukuksal olarak izahı mümkün olmayan adımın, sivil toplum kuruluşlarını (STK) etkisizleştirme ve onlara da gözdağı verme yolu olarak kullanıldığını görmek zor değil.

Kötülükte evrimleştiler
AKP iktidarı her alanda çıta atlayıp, ‘kötüde evrimleşiyor.’ Toplum ise her şeye rağmen pes etmiyor. Kötülüğün evrimine karşı yeni yollar ve çözümler buluyor. İslami faşizmin, yöntemleri ortada. Ancak bu yöntemler toplumun büyük bir bölümü tarafından anlaşılıyor, çözülüyor ve karşı duruş sergileniyor. AKP’nin deneyeceği az sayıda yöntem kaldı. Yorgunluk değil kendini bitirme rotasında ilerliyor. Bir tükeniş sendromu...