Bu yazıyı Londra yolunda, uçakta yazıyorum. Pek çok kimse memleketten uzaklaşınca, sorunlardan da kaçılacağını düşünür. Oysa daha bir garip hissettim kendimi bu sabah; sevdiklerini, dostlarını, halkını yangın yerinde bırakmak bu işte. Belki duygusal bir tutum gibi gelebilir. Oysa buz gibi bir hakikatten söz ediyorum. Cehalet, bayağılık, gericilik, tüm değerlerin allak bullak olması katlanılır gibi değil artık!

Çocukların bir 23 Nisan’ı vardı, onu da çaldılar! Gerekçeleri de pek bir yerli ve milli… “Artık Ferhat Göçer’i başka bir gün dinleriz” demişti sanal padişah terör saldırısı olduğu günlerin birinde; yetmedi, bir de güzel nişan yapıldıydı mesela, yine terör günlerinin birinde. Padişahın fermanı sorgulanmaz gerçi ya, vicdanı acaba dile gelir mi? Şehitler var diye, çocuğun en güzel gününü çalmak kimseyi şaşırtmadı elbet, acı olan bu! Kanıksadık… A unuttum terörle yaşamaya alışacaktık doğru ya!

Cumhuriyet çocuklara kapalı kapılar ardında tecavüz edilmesin diye kuruldu. Açık, denetlenebilir eğitim bunun için gerekliydi. Aydınlanma ve laiklik bundan önemlidir işte… Bilimsel ölçüyü yitirdiğiniz an eşkıyalık başlar. Bugün dindar nesil dediğiniz; sormayan, sorgulamayan, hacı hoca tayfasının elinde oyuncak olan çocuklardan oluşmaktadır. Çalınan bu çocukların bayramı işte! Eh bir kere hırsızlığa alışınca, can çıkıyor, huy çıkmıyor…

Yetişkin kimselerin cinsel yönelimlerini sorgulayıp, ahlaksız ilan eden, dahası neredeyse sapık deyip, toplumdan tecrit etmeye niyetli bu yobaz takımı; Diyarbakır’da yapılacak bir LGBT panelini iptal etti, zorbalıkla. Tuhaf değil mi? Yaşını başına almış, ruhsal gelişimini tamamlamış, üstelik anayasal hakları olan bireyler hedef gösteriliyor ve ifade/toplanma özgürlüğü ellerinden alınıyor. Gerekçe ne? “Ahlaksızlık”. Aynı günlerde, Ensar Vakfı toplantısına, rezillikleri örtmek için sanal padişah katılacağını açıklıyor. Bundan daha büyük ikiyüzlülük olur mu?

Her rezilliğe kılıf arayanlar, elbet hemen dini, geleneksel bir sebep uyduruyor. Bu din tacirliği ürkütücü boyutlara vardı. Çocuklara tecavüz edilmesine “Badeleme/Bademleme” diye kılıf buluyor hocanın biri. Öteki Meclis yobazı; “Bale yapılırken bir cinsel istismar olsa, herkesi mi suçlayacağız, olay münferit” diyor. Sapıklıkla, tecavüzle ‘istismar’ arasında ki farkı bilmiyor değil elbette Altan Tan denen zat. Taktik hep aynı… Dincilik böyle gözleri kör ediyor. Demem o ki; artık günlük, yararcı siyasetin bataklığı da bir tür ruhsal tecavüz halini almış durumda. Katlanılır halde değil…

Ben Londra yolculuğuna çıktığım saatlerde çok önemli bir olay gerçekleşti. Suudi Arabistan Kralı, bizim memlekete geldi. Kaldığı otelin camları özel kurşungeçirmez ve dışarıdan görünmez biçimde yeniden yapılmış. Yiyeceği, içeceği ülkesinden gelmiş. Yüzlerce korumayla birlikte… İslam Konferansı gerçekleşecek ya, önlemler arttı. Bizim sanal padişahla kucaklaştılar, Hasretle…

Bu konferansta ne konuşacaklar, merak edenin olduğunu sanmam. Dünya bilimine, kültürüne katkı yapmayan; mezhep savaşları, din kavgası arasında her gün halklarını ölüme itenlerin toplandığı bir konferans bu. Mesela dünyanın çevreyle ilgili sorunlarına değinecekler mi? Yapay zekâ, gelişen bilişim olanakları konusunda herhangi bir önerileri olacak mı katılımcıların? Ya da insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi meselelerde herhangi bir fikirleri var mıdır acaba bu darbecilerin, kralların?

Ben size konferansla ilgili sarsıcı iki bilgi vereyim. İstanbul ve Ankara’da toplam 800 lüks araç kiralanmış misafirler için. Konaklamalar, yemek içmek falan cabası. Kimin cebinden çıkıyor bu paralar dersiniz? Yanılmadınız, evet hepimizin. Şimdi çıkıp diyeceklerdir mutlaka: “Saray nasıl halkınsa, bu itibar da hepimize yeter!” diye… Sokaklarında mültecilerin aç dolaştığı, işsizliğin alabildiğine tırmandığı, emeklinin inim inim inlediği memleketimde, elbette “Padişahım çok yaşa!” diyenler yine çoğunluk olacaktır. İtiraz edenler de paralel!

Suudi Kralı beraberinde tuvaletini de getirmiş. Yani defi hacet ettiğinde, boku bize bırakılmayacak, kralla birlikte memleketine geri dönecek. Kralın genleri ortaya çıkmasın, ne tür bir hastalığı var anlaşılmasın, diye alınmış bir önlem bu. İnsan elinde olmadan soruyor; elini, kolunu, halkını, onurunu ABD’ye kaptırmış bir kralın bokunu kim ne yapsın? ABD ciğerine kadar girmiş adamın zaten. Biz hâlâ orada boncuk aramakla meşgulüz.

Ey benim 23 Nisan’ı çalınmış güzel ülkem…