Kürt meselesi en gergin zamanlarını yaşıyordu. 12 Eylül faşizmi tüm solcuları yok etmek için elinden geleni yapmış, dışarıda kalan üç beş kişiyi de ‘veto’ ederek parti kurmalarını engellemek niyetindeydi. Soyadı İnönü olan Erdal Bey bile seçime girmeyi başaramadı. Bugünün ideolojik temeli o gün atıldı: Türk-İslam sentezi! Bunun eksik bir tarif olduğu bugün anlaşıldı. Esasen Türk-Kürt-İslam sentezi desek tam doğruyu bulmuş oluruz. Bin bir riski göze alarak Erdal İnönü SHP’yi kurdu ve soldan gelen, laik Kürtleri de içine alarak büyük bir demokrasi hareketi başlattı. Lakin devlet kararlıydı…

Faşizm koşullarında olabildiğince meramını anlattı SHP, meclise soktuğu Kürt vekillerle hem darbecileri, hem liberal geçinen yobaz ANAP tabanını kızdırdı. Dönemin Kürt milletvekilleri aceleci davranıp, biraz da gösteriye taşan tutumlarıyla faşistlerin eline büyük bir imkân sundular. Sonucunda tarihimizin en büyük utançlarından biri yaşandı ve milli iradenin temsil edildiği meclisten Kürt vekiller saçlarından çekilip, dövülerek yargısız bir infazla mahpusa taşındılar. Halk sosyal demokratlardan, sosyalistlerden azgın propagandayla koparıldı ve sonuçta milliyetçi CHP yaratıldı. Artık Türklerin ve Kürtlerin laik temelde buluşacağı, sınıfsal bakabileceği zemin kaybolmuştu. Esasen darbe o gün tamamlandı.

Sırrı Süreyya’nın demesiyle Kürt vekiller yine mahpusa gönderilmek isteniyor. Bunu memleket taşıyabilir mi, emin değilim. SHP döneminin simge vekili Leyla Zana’nın RTE övgülerinden söz edecek değilim. Ya da Burhan Kuzu, Hakan Fidan, Yalçın Akdoğan kankası olan Sırrı Süreyya’dan da bana ettiği küfürler için intikam dileyecek değilim. Durum ciddidir. Bir kez daha eğer Anadolu insanı bunu yaşarsa; farkında olsun ya da olmasın, ülke bölünür ve yara bir daha sarılamaz. Ben açıktan haykırıyorum: Halklar kardeştir ve biçilen bu rol doğru değildir. Bir kişi eksilirse ki gönül bağımız yazık ki kopmuş durumda, hepimiz çok daha acı çekeriz.

Yazık ki Demirtaş her gün bir yanlış adım daha atıyor. “Gezi Dirilişi”ni doğru okuyamadı. Oysa orada kentli, laik bir kitle baskı düzenine karşı öncü rol üstlendi. Bunun sonucunda ilk kez Kürt halkıyla duygu bağı yürekten kuruldu. TOMA ile ilk kez karşılaşanlar, gaz saldırısı altında inleyenler, yıllardır Kürt halkının ne yaşadığını anladı. Demirtaş ne yaptı? Hiç olmamış “Yalancı Barış Süreci” adına bu laik çevreye sırtını döndü, RTE’yi mecliste alkışladı. Şimdi kan gövdeyi götürürken, hiçbir yetkisi olamayan Davutoğlu’nu masaya çağırıyor. Neyi konuşacaksınız Demirtaş pek merak ediyorum.

“Önerin nedir?” diye soran olura söyleyeyim. Özyönetim diye tarif edilen ve yazık ki sınıfsal bir bakışa dayanmayan model yerine, cumhuriyeti yeniden inşa edecek dili yakalamaktır. Gezi iradesi ortadadır. Bu insanlar da HDP’ye oy verdi. Bu kimseler Altan Tan şeriat ilan etsin, kimi vekiller başkanlığı tartışsın diye yanınızda durmadı. Tersine yeniden eşit yurttaşlık ekseninde kurulacak bir “Cumhuriyet” istedikleri için oy verdiler. Masaya Davutoğlu’nu çağırmak yerine, MİT başkanıyla buluşmak yerine, her gün APO güzellemesi yapmak yerine sol değerlerle oluşacak, laik bir cumhuriyet inşasına omuz vermek gerekir. Eğer gerçekten Kürt halkı özyönetim ya da ayrılık istiyorsa buna diyeceğim yok. Ama öyle mi acaba?

Hangi Türk ya da Kürt Ortadoğu bataklığına daha çok saplanmak ister? Hangi Türk ya da Kürt mezhep savaşlarının içinde boğulmak ister? Hangi Türk ya da Kürt için etnik kavga huzur verir. Artık hepimiz aynı bataklığın içinde boğulmaktayız. Selefi gruplar Kobane’ye gelmeden de vardı. Antakya, Adana, Mersin gibi yerlerde yıllar önce örgütlüydüler. Bu süreçte ne oldu? Koca ülke yumdu gözünü, tıkadı kulağını…

Birlikte yaşamaktan başka olanağımız yok. Çocuklar ölüyor, ölüler sürükleniyor, açlık, susuzluk, hastalık almış başını gitmiş ve acil çözüm gerek. Bu iş ancak Gezi’de doğan duyarlılıkla konuşulabilir, anlaşılabilir. Etnik, mezhepsel tartışmalar sonuç vermez. Nasıl ki Türkler diye heterojen bir tarif yapılamazsa, Kürtler için de yapılamaz. Biraz sola bulaşan kimse bunu bilir.

Çözüm nerde biliyor musunuz Demirtaş: Suruç’a gelen çocukların anısında, Ankara Garı’nda öldürülen insanlarımızın ayaklarını bastığı yerde! Başka biriyle konuşmaya gerek yok. İnsanlarımız neyin ne olduğunu biliyor. Sorun Türkiye sorunudur. Sorun insanlık sorunudur. Sorun, üç aylık bebesinin ölüsünü buzdolabında saklamak zorunda kalan anayı anlayan ve anlamayan sorunudur. Sorun ırkçılığa, silaha, mezhepçiliğe karşı birlikte yoldaşlık edebilme sorunudur. Sorun, artık dünyayı kan gölüne döndüren gericiliğe karşı solcu olma sorunudur.

Ezberlerle değil, bir kez de hakikatle bakalım meseleye.

Yiten insanlığa karşı Türk olsan ne Kürt olsan ne!