Seçime giden Türkiye’de “ezanı ıslıkladılar” yalanının ekmeğini yeme arzusu devam eder ve üç beş oy uğruna her şey mubah görülürken, kamu kaynaklarının sınırsızca önlerine serildiği malum vakıflardan biri “8 Mart protestosu” düzenledi. Protestocular okudukları basın açıklamasında şöyle diyorlardı: “Ezan, bizim için Roma’nın, New York’un, Pekin’in, Tokyo’nun, Moskova’nın, Berlin’in, Paris’in ve yarım kalan hesabımız olan Viyana’nın […]

Seçime giden Türkiye’de “ezanı ıslıkladılar” yalanının ekmeğini yeme arzusu devam eder ve üç beş oy uğruna her şey mubah görülürken, kamu kaynaklarının sınırsızca önlerine serildiği malum vakıflardan biri “8 Mart protestosu” düzenledi.

Protestocular okudukları basın açıklamasında şöyle diyorlardı: “Ezan, bizim için Roma’nın, New York’un, Pekin’in, Tokyo’nun, Moskova’nın, Berlin’in, Paris’in ve yarım kalan hesabımız olan Viyana’nın fethine niyet tazelemektir. Ezan, dünyanın her yerinden mazlumların tek silahı, tutsak İhvan’ın özgürlük türküsü, Çeçen mücahitlerin zafer ezgisidir.”
Fantezide sınır tanınmaması bir yana, “yarım kalan hesabımız Viyana” ile kastedilen 1683 tarihli II. Viyana Kuşatmasıydı ve ne tesadüftür ki Yeni Zelanda’daki katliamı gerçekleştiren Brenton Tarrant’ın silahının üzerinde de “1683 Viyana” yazıyordu.

Siyasal İslam’la neo-faşizmin bir madalyonun iki yüzü olarak kabul edilmesi gerektiğini ortaya koyan bunun kadar çok az sembolik hadise vardır sanırım: Birinin mağlubiyeti ve yarım kalmış hesabı, diğerinin zaferi oluyor, biri o hesabı kapatacağını ve Viyana’yı yeniden fethedeceğini söylüyor, diğeri Avrupa’da Müslümanlara yer olmadığını.

Batıda yükselen neo-faşizmin klasik faşizmden farklı olarak öncelikli düşmanının göçmenler ve özellikle Müslümanlar olduğunu biliyoruz. Üstelik neo-faşizmin kullandığı argümanların önemlice bir bölümü “sağ popülist” akımlar ve partiler tarafından da kullanılıyor ve giderek marjinal olmaktan çıkıp siyasetin merkezine yerleşiyor.

Küresel kapitalizmin yıkıcı politikaları özellikle Ortadoğu ülkelerinden Batıya kitlesel göç akınlarına yol açarken, aynı politikaların yoksullaştırdığı Batı halkları, yoksulluklarının faturasını sisteme değil, göçmenlere, mültecilere, yabancılara kesiyorlar. Neo-faşizm de sağ popülizm de gıdasını, besinini buradan alıyor, buraya oynuyor.

Öte yandan, bir Soğuk Savaş projesi olarak ABD eliyle komünizme karşı yaratılan cihatçı akımlar, başta El Kaide ve IŞİD olmak üzere, sadece Ortadoğu’da değil, bir bumerang misali Batı’da da korkunç bir şiddet pornografisi sergiliyor ve katliamlar gerçekleştiriyorlar.

Velhasıl, siyasal İslam da neo-faşizm de kapitalizmin gezegen ölçeğinde yarattığı büyük eşitsizliklerin, yoksulluğun, izlenen savaş politikalarının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor ve birbirini besliyor, birbirlerinin varlık nedenini oluyorlar.

“Ezanı ıslıkladılar” yalanını Türkiye’de Yeni Zelanda misali bir katliama yol açma ihtimalini hiç hesaba katmadan sorumsuz bir şekilde dillendirmeye devam edenlerin, Viyana’yı fetih hayalleri görenlerin katliamla ilgili tutumları ise hiç şaşırtıcı değil.

Haberin duyulması ile birlikte bunun seçimlere yansımasının nasıl olacağı üzerine hemen hesap kitap yapılmaya başlandığını ve harekete geçildiğini herkes görüyor. “Dünya Müslümanlarının lideri” pozisyonu ile saldırının aslında Türkiye’yi hedef aldığı ve esas olarak “lider”e mesaj verildiği algısı üzerine bir söylem anında inşa edilerek dolaşıma sokuluyor.

Tam da “beka” meselesinin altının doldurulması için arayışlar sürerken ve pek de bir şey bulunamamışken Yeni Zelanda katliamı Hızır gibi imdada yetişiyor ve sandığa “Ayasofya’yı kilise yapmak isteyen küffara karşı Müslümanların birliği” söylemiyle gidilmek isteniyor.

İşe yarayacak mı peki? Ekonomik krizin üzerini örtsün, sandıktaki tercihi kriz belirlemesin diye son iki hafta nasıl bir performans sergileneceğini ve sonucu seçim akşamı göreceğiz.