Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi, Nail Güreli’nin Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Başkanı olduğu 1998 yılında yayımlandı.

O dönemin Yönetim Kurulu da elbette çok önemli. Böylesi bir metni benimseyip kabul etmeleri her türlü takdirin üzerindedir.

Bu metnin en önemli maddeleri arasında “Gazetecinin temel görevleri ve ilkeleri” başlıklı E Maddesi gelir.

E/17’de aynen şu ilkeler yer alır:

“Gazeteci devleti yönetenlerin belirlediği ulusal ve uluslararası politika konularında önyargılara değil, halkın haber alma hakkına dayanır. Onu mesleğin temel ilkeleri ve özgürlükçü demokrasi kaygıları yönlendirir.”

Bu madde eşliğinde Afrin Harekâtı’nın başladığı 19 Ocak 2018 tarihinden itibaren yayımlanan günlük gazetelere ve televizyon haberlerine bakınca açık olarak görülüyor ki; gazetecilik “canlı bomba” haline gelmiş, mesleği imha ediyor.

Haberler bir örnek, başlıklarla, kolaj halinde tasarlanmış savaş fotoğraflarla ve servis edilmiş görüntülerle tek açıdan veriliyor.

Bu haliyle de gazeteler gazete olmaktan çıkıyor, birer propaganda bülteni haline geliyor.

Mesela harekâtın üçüncü günü olan 22 Ocak 2018 Pazartesi günü hükümete çok yakın gazeteler arasında ilk sırada gelen Yeni Şafak “Burseya Dağı alındı” başlığıyla çıktı.

Ertesi gün ve daha sonraki günlerde Burseya Dağı’nın kuşatıldığını, TSK ve ÖSO birliklerinin o yöne doğru ilerledikleri şeklinde haberler yayımlanmaya başlandı. Esas gerçek ise 10 gün sonra ortaya çıktı.

Açık olarak görülen şu idi: Türkiye medyası ağırlıklı olarak devleti yönetenlerin belirlediği şekilde haber yapıyordu.

Zaten Başbakan Binali Yıldırım daha harekâtın başında İstanbul’da gazete sahipleri ve yöneticileriyle yaptığı toplantıda, askerimizin moralini bozacak haberlerin yayımlanmamasını istedi.

Bu yeni bir şey değil. 1988’de ilk OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu, İstanbul’da Türkiye Spor Yazarları Derneği Lokali’nde 200 gazeteciden oluşan “basın ordusu”ndan küçük bir ricada bulunmuştu:

-Güneydoğu’yu milli maç gibi izleyin!

Türkiye medyası bölgeyi OHAL Valisinin dediği gibi izledi. 1999’da PKK Lideri Abdullah Öcalan Afrika’dan getirildiğinde bir bilanço çıktı. 30 bin insanımız hayatını kaybetmişti.

Devletin dediği tarzda habercilik ülkeye hiçbir fayda sağlamamıştı.

Şimdi yeniden bu çıkmaz sokaklarda çare aranması Türkiye medyası açısından hüzün vericidir.

Hiç mi ders alınmaz?

Kaç kuşak daha heba edilecek?

Bizim elimizde bir meslek anayasamız var. Yolunu şaşıranlar için pusula işlevine sahip bir metin; Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi.

Bu kutsal metin diyor ki:

“E/15: Gazeteci her türlü baskıyı reddeder. Çalıştığı basın ve yayın organı yöneticileri dışında hiç kimseden talimat alamaz.”

Türkiye’de böyle kaç gazeteci kalabildi dersiniz?

Çok küçük bir tiraj yüzdesi oluşturan sahici muhalif gazeteleri bir kenara ayırırsak, medya gönüllü olarak silah altına aldırdı kendini. Haber merkezleri sahadan haber almak yerine başkentten talimat almaya daha özenli davranıyorlar.

Savaşa destek vermeyi, haber vermeye tercih ediyorlar.

Oysa gazeteciliğin anayasası gazeteciyi tanımlarken bakın ne diyor:

“Gazeteci başta BARIŞ, DEMOKRASİ ve İNSAN HAKLARI olmak üzere insanlığın evrensel değerlerini savunur. İnsanlar, topluluklar ve halklar arasında nefreti körükleyici yayından kaçınır. Gazeteci her türden şiddeti haklı gösteren özendiren kışkırtan yayın yapamaz!”