‘Kamu’ dendiğinde her ne kadar aklımıza ilkin devlet ya da devlete ait kurum ve kuruluşlar, görev ve yetkiler gelse de; kamu, bir ülke halkının bütününü, herkesi, bizi, yani halkı tanımlar. Kamu kavramını zihnimizde devlet ile özdeşleştirdiğimizde, kamusal alanı fikir ve deneyim üretilen bir mekan/meydan/merkezden ziyade, devlete ait ve onu yönetenlerin ideolojik kontrol alanı olarak kabul etmiş oluruz. Bu da özgürlüğü kamusal alandan çıkarıp, ‘özel alana’ yani eve sıkıştırmak demek. Oysa demokrasi, milyonlarca insanın birbiriyle temas ettiği kamusal alanlarda tohumlanır, filizlenir, güçlenir ve ancak bu sayede dışardan içeri, kamusal alandan özel alana girer. Kamu biziz, kamuoyu fikrimiz, kamusal alan da düşüncelerimizin biçimlendiği yer. Devlet ise; Rize’de, yaylasını talandan korumak için iş makinaları ve jandarmanın karşısına dikilen Havva Ana’nın söylediği gibi; “Bizim sayemizde devlettir.” Dolayısıyla devlet, kamusal alanın sahibi değil, ancak düzenleyicisi olabilir. Devlet, kamusal alanı ne kadar biçimlendirmeye çalışıyorsa o kadar baskıcı, ne kadar düzenleyicilik görevini üstleniyorsa o kadar özgürlükçüdür. O halde, halkın var ettiği devleti, halk adına yönetenlerin görevi, kararlarını her şeyden önce kamu için almak, adımlarını kamu çıkarı adına atmaktır.


***

Bu uzun girişin sebebi, bir ayda üç katı artan faturayı ödemeyi reddettikleri için önceki gün elektrikleri kesilen (sonra ‘gizli bir el’ tarafından açılan) Moda Sahnesi’nin itirazının göbeğinde tam da bu kamusallık kavramının oturuyor olması. Nasıl ki sanat, (elektrik, ulaşım, sağlıklı çevre vb.) toplumsal bir ihtiyaç, bu ihtiyacı karşılayan tiyatroların da kamu hizmeti sunduğunu söylemek yanlış olmaz. Devletin görevi, tüm bu alanlara halkın erişmesini garanti altına almak ve halkın yararı için ayakta ve hayatta kalmasına, adil bir dağıtımla destek olmaktır. Hele ki Covid-19 pandemisi gibi olağanüstü durumlar karşısında! Kaynağı, sanatı üretenler ve tüketenlerden topladığı vergilerdir elbette. Başına kondurulan ‘özel’ tarifinden aldığı güçle, devletin ‘ticarethane’ sayarak bar, pavyon, gazino statüsünde değerlendirdiği tiyatroya bakışı; en yüksek sınırdan talep ettiği katma değer vergisi ve elektrik tüketim bedelinden anlaşılıyor. Moda Sahnesi’nin, iktidar ve sermaye iş ortaklığının bir sonucu olan fahiş elektrik faturalarını ödemeyi reddetmesi, hem üzerinde daha çok konuşmamız gereken kamusal tiyatro kavramını öne çıkaran, hem de yerel ve genel yönetimleriyle devletin halktan topladığı vergileri halka kamu hizmeti olarak döndürmesinin mecburi olduğunun altını çizen bir tavır. Tıpkı kamu hizmeti sunan sağlıkçıların gösterdiği tepki gibi, hem kendi haklarını, hem de bizim/kamunun çıkarını koruyan bir direniş.

***

Biliyorum ki, aylarca dayanışma göstererek sahnenin ışıklarının sönmesine engel olabilecek büyük bir kalabalıkla çevrililer, ama ya sonra? Mesele hepimizi sömüren bu yanlış sistemden nihai bir şekilde kurtulabilmekte… ve bunu halkı soyanların cebini doldurarak mümkün kılamayız. Böyle yaparak ancak, durumu kabullenmiş, ödenmesi irrasyonel rakamları meşrulaştırmış ve iktidarın, ömrü iki aydan uzun olmayan çözümlerine bel bağlamış oluruz. Isınma, beslenme, barınma, ulaşım, sanat, bilim, sağlık, eğitim… hepsi haktır, hiçbiri bilmem ne holdingin keyfine ve cebine göre halkın erişimine kapatılamaz! Kamuya ‘hizmet satarken’ zenginliğine zenginlik katan şirketlerin, marka değerlerini artırmak için finanse ettikleri fahiş fiyatlı AVM tiyatrolarının yanında, ‘ötekiyi’, ezileni, dışlanmışı kendine dert edinip yeni sahneleme biçimleri ve anlatım olanaklarının peşine düşen, zenginleşmek değil üretimini sürdürebilmek için mücadele eden bir Moda Sahnesi örneği de var işte. “Bilet satıyorsunuz, faturanızı ödeyebilirsiniz” diye akıl verip yol gösteren Enerjisa kadar ticareti bilmeseler de, kamusal hak ve görevlerine oldukça hakimler. Moda Sahnesi’nin fatura direnişi açıkça ortaya koydu ki, özel şirketten farksız olarak, kar amaçlı ticari bir organizasyona dönüşen devlet kamu hizmeti görevinden de uzaklaşıyor. Buna karşın kamu/halk/biz varlığımızı ısrarla hatırlatmak zorundayız.