AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “aşkımız, sevdamız” dediği İstanbul, 31 Mart yerel seçimlerinde tercihini “çözüm var” diyen CHP adayı Ekrem İmamoğlu’ndan yana kullandı. İstanbul’un kaybedilmesinin, siyasi kariyerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilerek başlayan Erdoğan’ı oldukça üzdüğü anlaşılıyor, ancak sonucun beklenmeyen bir sürpriz olup olmadığı tartışılır. Takvime göre 2019 yılının kasım ayında yapılması gereken […]

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “aşkımız, sevdamız” dediği İstanbul, 31 Mart yerel seçimlerinde tercihini “çözüm var” diyen CHP adayı Ekrem İmamoğlu’ndan yana kullandı. İstanbul’un kaybedilmesinin, siyasi kariyerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilerek başlayan Erdoğan’ı oldukça üzdüğü anlaşılıyor, ancak sonucun beklenmeyen bir sürpriz olup olmadığı tartışılır. Takvime göre 2019 yılının kasım ayında yapılması gereken cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri, yerel seçimlerin önüne alınarak 24 Haziran’da gerçekleştirildiğinde, gerekçe ülkenin lüzumsuz tartışmalarla vakit kaybetmesine engel olmaktı. İç ve dış mihraklarla mücadele için bir an önce milli iradenin tecelli etmesi gerekiyordu. Ekonomi son sürat tanzim satış kuyruklarına doğru yol alırken, Amerika – Rusya arasında sıkışmış, tehdit altında bir dış politika yürüten ve demokrasi iplerini iyice gevşetmiş bir yönetimin, halkın onayını daha ne kadar alabileceğine dair kuşku duymasının oldukça haklı gerekçelere dayandığı sanıyorum bugün çok daha net görülüyordur.

Bir siyasetçi için yerelde güçlenerek yükselmenin ne de demek olduğunu en iyi bilen isimlerden biri kuşkusuz Erdoğan. Dolayısıyla rüzgârın yeni bir yerden eseceğini ve bunun da artık kaçınılmaz olduğunu en iyi yine kendi gittiği yoldan biliyordur. Bu yüzden de seçim sandığını milli iradenin vücut bulduğu en önemli meşruiyet aracı sayan bir hareketin lideri olarak, ilk kez, sonucu kabullenmekte zorlanıyor ve halkın iradesinin gerçekleşmesinin bizzat önünde duran bir iktidar/cumhurbaşkanı algısı yaratıyor. İktidar, her ne kadar tabanını önceden itinayla planlanmış bir ‘sandık darbesi’ yaşandığı konusunda ikna etmeye çalışsa da, buna partiden ve destekçilerinden tepki var. Milli irade ve ülke bekası gibi kavramların içinin boşaltılmasının en başta AKP’ye zarar verdiğine dair uyarılar yapılıyor. Halbuki on yedi yıl sonra, hazır paranın suyunu çektiği; yanlış yatırım ve israfların apaçık görünür olduğu; rant ve talanın, emek ve üretimi ezip geçtiği bir rejimde AKP’nin halka bekadan başka bahsedebileceği, ‘bizden sonrası tufan’dan başka söyleyebileceği bir şey kalmamıştı.

AKP/MHP tarafından hukuki sınırları aşan gerekçelerle uzatılan mazbata süreci ise, muhalefet lehine dönen rüzgârı daha da kuvvetlendirerek uzun zamandır motivasyonunu kaybetmiş büyük bir kitleyi yeniden bir araya getirdi. Hem kendi, hem de seçmenin hakkına sahip çıkacağını söyleyen; sakin, dengeli, kapsayıcı bir dil kuran ve gerektiği yerde de kabalaşmadan sertleşebilen genç bir lider parçalı muhalefeti etrafında toplamayı başardı. AKP’yi sandıkta geriletebileceğini gören halkın demokrasiye olan inancının artması ise kuşkusuz, kazanan kaybeden fark etmez, bütün Türkiye için çok önemli bir yenilenme. Uzun zamandır gelecek endişesi ve çaresizlik duygusuyla içe kapanmış; kötü gidişe engel olacak güçten ve etkiden yoksun olduğunu düşünen insanlar, kendilerine dayatılan kavgacı ve yıkıcı dile karşı barışçıl ve yapıcı bir söyleme yeniden tutunmak istediğini gösterdi. İmamoğlu, Demirtaş’ın açık desteğiyle kilit önemdeki HDP seçmeni de dahil olmak üzere, farklı siyasi anlayışlara sahip muhalif bloğu birleştirmenin yanında, kibir ve öfkeden bıkan AKP seçmeninin de sempatisini kazandı. Cumhur ittifakının itiraz süreci işliyor. YSK’nin İstanbul seçimlerinin iptaline ilişkin vereceği karar, Türkiye’nin demokrasi güçlerini nasıl bir mücadelenin beklediğine dair önemeli bir işaret olacak. Hatırlamakta fayda var; kibrin ve utanmazlığın karşısında İmamoğlu’na kazandıran o çelik gibi sinir ve birleştirici dile artık hepimizin ihtiyacı var.