Muhalefetin açmazı sokak mı, sandık mı?

İlda Alçay Sepetoğlu

Kılıçdaroğlu geçtiğimiz günlerde “Bizim kitabımızda sokağa çıkmak yok, ama hakkını arayan herkesin hakkını demokratik yollardan arayacağız. Sabırla seçim sandığını bekleyeceksiniz, oyunuzu kullanacaksınız’ dedi. Kılıçdaroğlu’nun sözlerinin, esasen iki yaklaşımla, kamuoyunda tartışıldığı anlaşılıyor. İlki, kendisinden beklenen aktif muhalefet dinamiğini sergileyememesine dair eleştiri, ikincisi ise -özellikle sol-liberal çevrelerde- sokağın, muhalefetin bütünlüğünü böleceği ön kabulüyle doğru bir taktik-hamle olarak takdiri.

Ne var ki, her iki tutumun da konunun esasını görmeyi engellediğini düşünüyorum. Protesto eylemleri, her ne kadar anayasal hak olarak var olsa da burjuva siyasetinde her zaman “gayrimeşru” kabul edilmiştir. Şüphesiz ki bu yaklaşım “sokak ve siyaset” arasında var olan sınıf dinamiklerine dayanmaktadır. Bu noktada Kılıçdaroğlu’nun ‘Gel helalleşelim’ çağrısıyla sokağa koyduğu mesafe arasında kendi siyasal pozisyonuyla uyumlu bir tavır var aslında.
Sokakta siyaset yapmak, Türkiye’de en zorlu, bedel ödemeyi gerektiren siyasal alanlardan birisidir. Çünkü Türkiye’de, Cumhuriyet tarihinin çoğunluğunda iktidarı elde tutmuş sağ iktidarlarca “sokak” hemen her zaman “tehlikeli” ve “düşman” olarak algılanmış ve “aşırılık” ve “gayrı milli” olarak suçlulaştırılmış, nihayetinde ise “ehlîleştirilmek” istenmiştir.

Şüphesiz buradaki “tehlike” kategorisi, aynı zamanda sokak siyasetinin “kontrol dışı” bir alan olarak algılanmasından da kaynaklıdır.Çünkü sokak aynı zamanda, “hizayı bozan siyaset” demektir. Sokağın her daim kendi kuralları, repertuarı ve güzergahı vardır. Aynı dert için çare arayan, isyan eden, direnen, slogan atan yurttaşları yan yana getirir. En örgütsüz anda bile sokakta yan yana gelmenin azami bir örgütlülüğü, söz ve eylem birliği vardır. Sokakta siyaset aynı zamanda bir yurttaşlık meselesidir. Özellikle AKP’nin gerici-dinsel pratiklerle “ümmet” kılmaya çalıştığı - yurttaşlık bilincini -sadece seçim dönemleri oy veren bir toplam olarak değil- insanların her düzeyde yönetime doğrudan katılabildiği bir zeminde yeniden inşa eder. Söz, yetki ve kararın ele geçirildiği alandır sokak ve demokrasinin yaygınlaştırılmasına olanak sağlar. Tam da bu yüzdendir ki sandık sonuçlarıyla sınırlanmış demokrasi beklentisini ve anlayışını yerle bir eder. Yani doğası gereği, muktedir olanın duymak istemediği sesler toplamıdır. Öte yandan sokakta siyaset, birleştiricidir. Aynıları aynı yere ayrıları ayrı yere tabi ki. Sokakta helalleşemezsiniz mesela. Hesap sorarsınız. Hak ararsınız.

Kavgasız uzlaşı

Ne var ki “helalleşme” çağrısı doğası gereği uzlaşmacıdır. Hem millet ittifakı içerisinde hem sol-liberal çevrelerde karşılık bulduğu anlaşılan “helalleşme” söylemi, özünde, doğrudan muktedirler-patronlar dünyasında, devlet bürokrasisi arasında bir barışı teklif ediyor. Başka deyişle, kavgasız gürültüsüz bir uzlaşı zemini öneriyor. Yani, AKP’nin kan kaybetmesiyle iç içe geçen ekonomik ve toplumsal bunalımdan çıkış için en kestirme yol, tek adam rejimine karşı çoğunluğun birliğini yeniden kurmak olarak görülüyor.

Oysa yaşadığımız kriz sadece Türkiye’de rejim bağlamında bir sorunu değil aynı zamanda kapitalist sistemin küresel krizini de yansıtıyor. Kanımca, önce şu soruyu sormak gerekir, yaşadığımız kriz siyasal kurumsal bir iflasla mı, yoksa toplumsal çözülmeyle mi ilgili? Her ikisi de birbiriyle ilişkili olsa da temelinde hem ekonomik bunalım hem de burjuva siyasal kurumların iflasıyla kapitalizmin küresel krizi yatmaktadır. Şili’de solun kazandığı seçim zaferi, Kazakistan’da hükümeti istifaya kadar götüren zam protestoları ve dünyanın pek çok sokağından yükselen ekmek ve adalet talebi, neo-liberalizmin iflasın eşiğine gelmiş politikalarının açık göstergeleridir. Tam da bu yüzden zaten “sandık demokrasisi” sokak siyasetine alternatif, rekabetçi bir alan olarak kuruluyor. Sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz boyutunu yok sayarak “hesaplaşma” değil “helalleşme” öne çıkarılıyor. Burjuva siyaseti kendini sistem içerisinde yeniden üretirken, ona eşlik eden sınırlı muhalefet pratikleri ise sermaye düzeninin yapıtaşlarını da korumayı hedefliyor. Bu açıdan “sandık siyaseti” öylesine bir tercih değil, sistemin sermaye lehine devamı için en işlevsel araçlardan birisi haline geliyor.

Çözüm sokakta

O halde şunu açıkça söylemek gerekiyor; yurttaşlarına seçimden seçime oy verdirerek siyasal katılmayı sınırlı bir pratikle kontrol altında tutmaya çalışan, meşruiyetini ve temsiliyetini yitirmiş parti liderlerinin performanslarına dayalı bir seçim stratejisi emekçi kitlelerin ancak çıkmaz sokağı olur. Bu sıkışmayı çözebilecek olan tek güç, sokak mücadelesinin demokratik bir hak olduğunu ısrarla vurgulayan, en geniş kitle içerisinde ekonomik ve toplumsal krizlere çözüm üretmeyi hedefleyen, örgütlenen bağımsız bir sosyalist mücadeleyle mümkündür.