İnsan yaşlandıkça şaşırma duygusunu yitiriyor. Görgü, bilgi, erdemle birleşip ruhsal bir erince ulaşsa ve bilgelik doğursa bu duyguyu gam yemem. Bizim memlekette insanlar kötülüğe alıştığı için, daha kötüyü de kabulleniyor. Artık eminim, başımıza gelenleri yadırgayanlar tuhaf sayılıyor. Asla boyun eğmekten söz etmiyorum, ancak kötülüğün sınırları o kadar uçsuz bucaksız ki, yanı başımızda olanları görüyor, ses etmeden yolumuza devam ediyoruz. Şaşırmıyoruz, şaşıramıyoruz…

Tek parti despotizminden yılmış kimseler tam kurtulduk derken, kısacık süre sonra DP iktidarında inim inim inleyeceklerdir… 27 Mayıs Anayasası ile geçici soluk alan insanlar 12 Mart zindanlarında sürüneceklerdir, darağaçlarında gençler can vermeye başlayacaktır… Örgütlü toplum direnç gösterip alanlara çıktığında halk ses vermeye başladığında, devletin katilleri silaha sarılmaya başlayacak, 12 Eylül faşizmi on binlerce insana onarılmaz hasar verecek, toplumu bataklığın içine itecektir… Yalancı demokrasi oyunuyla kitle uyuşmaya başlayacak, ardından doksanların cinnet günleri gelecektir… Derken 28 Şubat ve…

Bu saydığım dönemlerin tümünde insanlar büyük acılar çekti, bedel ödedi doğru. Ama hiçbir dönemde Türkiye’nin meclisinde tecavüze uğrayan çocukların, tecavüzcüleriyle evlendirilmesi görüşülmedi, akıldan geçmedi, önerilmedi. İnsanlık onuru, etik değerler, hiçbir dönem bu kadar ayakaltına alınmadı. Hiçbir dönem ülkeyi yönetmek için oy alan bir başbakan bunca aşağılanmadı, yerine gelecek kişi bunca itibarsızlaştırılmadı. Hiçbir dönem toplum evlatları toprağa bunca kolay düşerken, çocuklarına tecavüz edilirken “padişahım çok yaşa” diye haykırmadı. Memleket bir mezarlıkken, hiçbir dönem göz göre göre düğün dernek kurulup, insanlar bu kadar aşağılanmadı! Uzatabilirim…

Artık bir ölçüt kalmış değil kötülüğün önünde. Bir yalan haberle insanlar itibarını yitiriyor, mahpusa tıkılıyor, canından oluyor, çıt yok! Cihatçılar devletin hastanesinde tedavi görüyor, sonra şehir merkezlerinde bombalar patlatıyor, ortalık kan gölü oluyor, çıt yok! Ensar denen vakıfta ardı ardına rezaletler yaşanıyor, devletin başı, üstelik çocuk bayramında ‘ensar’ övgüsü yapıyor, çıt yok!

Yetmiyor, ensarcılar hakikati açığa çıkaranlara dava açıyor, suçlu hesap vermiyor, gerçeği söyleyen ceza alıyor. Sonunda, bu alçak haysiyet cinayetlerine, çocuk tecavüzlerine bahane bulmaya bile gerek duymaksızın, kanun yapılıp, meşru hale getiriliyor olan biten! Mağdur ceza alıyor, suçlu ödüllendiriliyor. Kötülük hiçbir dönem böyle kanıksanıp, kabullenilmedi! Nasıl bir uçurumun eşiğinde olduğumuza sözcükler yetişmiyor…

Önümüzde adına başkanlık denen post-modern padişahlık dönemi kavgaları sürüp gidiyor. Düşünün yazgımızı acayip bıyıklar bırakıp, ben daha düşük görüntülüyüm demeye çalışan kimseler belirleyecek ve bunların koltuk için göze alamayacakları hiçbir şey yok. Dün kötü dediğine bugün iyi diyen; bugün doğru dediğine yarın yanlış diyecek kadar geçiş mezhepli kimseler bunlar. Kadın vekiller hiç mi kendi evlatlarını düşünmez mesela? Hiçbiri Bülent Arınç’ın içine düştüğü durumdan ibret almaz mı?

Diyelim ki başkan oldun. Nasıl bir halkın başkanı olacağını da bir düşünsen mesela… Duyguları alınmış, çalıp çırpmaya kayıtsız, ölümlere gülen, tecavüz görünce başını çeviren, acıma, sevme duygusu yitmiş, her an her yana dönebilen ve utanma duygusu olmayan insanlardan oluşmuş bir halkın başkanlığı istenir mi? Diyelim o razı oldu…

Ey ahali, varsayalım başkan yaptın, bunca kötülüğü kanıksamış bir halkın hükümdarı ona saygı duyar mı? Merhamet eder mi? Her dediğine eyvallah diyen koca bir güruha o hükümdar güvenir mi? Artık duygusu kalmamış, düşünmekten vazgeçmiş, teslim olmuş bir halk er ya da geç o hükümdarla birlikte tarihin çöplüğüne gitmez mi? Bir halk ve hükümran bunca kör olabilir mi?

“Şaşırıyor musun?” diye sormayın sakın…

Şaşırmıyorum, şaşırmıyorum…

Şaşırmak istiyorum ama beceremiyorum!

Ama bir sır vereyim, boyun eğmeyen milyonlar var Gezi’den beri bunu unutmuyorum, her sabah yeni güne bu karanlık bitecek diye uyanıyorum.

Biter mi?

Elbet güneşli, güzel günler göreceğiz!