Toplumu kendine ve söylediklerine adeta hapseden bir Başbakan’ımız var. Gurup toplantıları meşhur, konuşması bol, söyledikleri ise çok zaman...

Toplumu kendine ve söylediklerine adeta hapseden bir Başbakan’ımız var. Gurup toplantıları meşhur, konuşması bol, söyledikleri ise çok zaman topluma deli gömleği giydirmeye benziyor. O bir söylüyor, medya bin çalıyor. Buna karşın, 700 kişinin katıldığı açlık grevleri yazılmasa da olabiliyor!

 

Oysa terörle suçlanan Kürtlerin siyaset yapmaları, müzakere yolunu açmaya çalışmaları anlamını taşıyor bu grevler. Yani, 700 kişinin katıldığı açlık grevlerini, savaşa ve teröre karşı bir siyaset olarak okumak lazım. Onların, kendi canları üzerinden, ya da onun pahasına siyasete yol açmaya çalıştıklarını görmek lazım. 

 

Açlık grevlerine son verilmesi yönünde girişimler de var ve kuşkusuz hepsi önemli. Ancak grevlerin, Meclis Başkanı’nın dediği gibi “işi tadında bırakmak lazım” demekle biteceğini beklemek mümkün değil. Ayrıca sormak gerekiyor: Kürt sorununda “tadında” kalan nedir ki?

 

Açlık grevine son verilmesini sağlayacak adımların, bu ülkede yıllardır yaşanan savaşa son verebilecek adımlar olduğu açık. Örneğin savunma hakkının ana dilde olması yönünde değişikliklerin olumlu olsa  da, sorunun toptan çözümüne yetmeyeceği de biliniyor. Özetle asıl mesele, siyasal çözüme niyetlenmek ve bunun için savaş değil müzakere diyebilmek. Olmayan da o!

 

Bu nedenle, kadınların, “Ölümlere karşı Meclis’i göreve” çağırmalarını anlamlı bulmamak mümkün değil. 

 

Çağrıları şu:

 

"Sayın milletvekilleri, siyaset çözüm demektir, orta yolu bularak anlaşmak, uzlaşmak demektir. Sizden siyaset yapmanızı ve  yıllardır süren çatışmaların son bulması için 21. yüzyılda, demokrasiye yakışır bir çözüm yolu bularak, artık bu ölümleri günlük hayatımızdan çıkarmanızı istiyoruz.

 

Mecliste grubu bulunan tüm partilerin bir araya gelerek, silaha ihtiyaç duyulmayan, hukuk ilkelerinden ayrılmayan bir çözümde acilen anlaşmalarını talep ediyoruz.

 

Ülke içindeki sorunları çözmek için askeri yöntemlere başvuran bir meclis, çaresizliğini ilan etmiş demektir. Siyasi partiler olarak, bu konuda atacağınız her adım, tüm ülkenin geleceğini belirleyecektir.

 

Sayın milletvekilleri ve siyasi parti liderleri, asli görevinizi yapın ve daha fazla ölümler olmadan derhal bir çözüm yolu bulun.”

 

Kısacası kadınlar açlık grevlerine son verilmesini  istiyorlar; ancak bunun için Kürtlerin taleplerini müzakere etmek gerektiğini, müzakere ile  çözümün de yalnız iktidardan değil, Meclis’ten geçtiğini hatırlatıyorlar. Kime mi? Meclis’e girip de siyaset yapma iddiasında olanlara. 

 

Gerçekten siyaset ne için var? Bunca vahim bir sorun çözülemiyorsa, siyaset yapıyoruz diyebilir misiniz? Siyaset dediğiniz, topluma rahat bir nefes aldırmak, akıllardan, yüreklerden bu yükü ve acıyı, bu kaygı ve korkuyu kaldırmak değil midir? Ölümü değil yaşamı kutsamak için siyaset yapmıyor musunuz?

 

17 canın gittiği helikopter kazasından sonra, ölen pilotun annesi de Cumhurbaşkanı’ndan “kanı durdurmasını” istedi. Bunca ölüm ve acıyla kuşatılmış bu ülkede, daha nice annenin gençler ölüme gitmesin, daha fazla cana kıyılmasın diye düşündüğünü tahmin etmek de zor olmasa gerek. Aranan ise, bu yola baş koyacak siyaset ve siyasetçi!

 

Kadınların çağrısına Meclis’in ne yanıt vereceğini bilemiyoruz, Bugüne dek umutlanmamızı sağlayacak girişimlere pek tanık olduğumuzu da  söyleyemeyiz. Yine de ve özellikle Meclis’teki kadın milletvekillerine sormak isterim: İçinde can büyüten, besleyen kadınlar topluma barış, yaşam ve iyilik borçlu değiller midir?

 

Bu soruyu, bir toplantıda karşılaştığım farklı partilerden iki kadın milletvekiline de sordum.  Acaba hangi partiden olurlarsa olsunlar kadın milletvekilleri, “Türk anaları da, Kürt anaları da artık ağlamasın” diye bir araya gelemezler miydi? Böyle bir beklentiden daha önceki yazılarda da söz etmiştim. Hayli “hayali” bir beklenti olduğunu biliyordum ama “kadının temsili” diye oy isteniyorsa, kadına yakışanı da hesaba katmaları gerekirdi!

 

Konuştuğum milletvekillerinden biri, bu yaklaşıma karşı çıkmasa da, Meclis’te kadınlar arası böyle bir birlikteliğin olanaksızlığından söz etti. En başta da BDP’li kadın milletvekillerinin buna yanaşmayacağını söylüyordu.  Diğeri ise, böyle bir girişimi gereksiz buldu. Ona göre, ne Kürt halkının talepleri diye ileri sürülenler halkın talepleriydi; ne de bunlar verildiğinde savaş ya da terör biterdi. “Terörle mücadeleye devam”dan başka bir yol yoktu yani!

 

Ne diyeyim? Son  30 yıldır, Kürt sorunuyla yatıp kalkıyor bu toplum. Terör yanı var elbette; ama “Kürt halkının isyanı ya da realitesi” de yok mu bunun arkasında? Bir yanında, Kürt halkının bugüne kadar katlandıkları var bu sorunun; öte yanında ölümler ve kayıplardan serseme dönmüş, rahat nefes alamaz hale gelmiş bir toplum....


 

Fazla söze ne hacet! Arif’in “33 Kurşun” şiirindeki gibi,  “kanlı, upuzun yatanlar” hiç eksik olmadı bu topraklardan. Ve asıl sorunumuz, hep, insanın kulluğu gibi, kurbanlığından da vazgeçmeyen siyasetçiler oldu.

 

“Vurulmuşum

Dağların kuytuluk bir boğazında,

Vakitlerden bir sabah namazında

Yatarım

Kanlı, upuzun....”