Ne konuşuyoruz biz ya? Bir derdimiz bu mu kaldı Allah aşkına? Onca sıkıntının arasında takıldığımız şeye bak! Bu serzenişlerden en az bir tanesini, vakitlerden birinde dillendirmişizdir. Canımıza yetmiştir artık. Köy yanmakta ve bütün deliler de taranmaktadır ayna karşısında. Dolar lirayı onlular kapısında karşılamış, insanlar seksen liraya dayanan tuvalet kâğıdından nasıl tasarruf ederim diye düşünmeye başlamıştır. Yangın yanmaktadır. Kulaklar uğuldamaktadır. Tırnaklar kemirilmektedir. Türkiye, sürekli bir ‘mektedirler’ ve ‘maktadırlar’ içinde serbest düşüşe geçmiştir. Derken, 2023 hedefi 2071’e kadar uzanan bir ölümsüzlük mitinden öteye geçemeyen iktidar ortağı MHP’nin lideri Bahçeli, ilginç bir açıklama yapıverir. “MHP”, der Bahçeli, “Cumhur ittifakının bir ortağı olsa da işlevi ve üstlendiği demokratik sorumluluğu muhalefettir.” Alt yazısı; iktidardayız, ama biz şimdi seçim çalışmalarına başlıyoruz. Halkın arasına karışacağız. Kuvvetli tepkilere karşı ön almak gerekir. Baraj altı oyumuzla iktidara ortak ama sorumluluğunda değiliz. Biz dengeyiz, denetlemeyiz, hem iktidara hem muhalefete muhalefetiz. Ve tabi günün sonunda, yaşasın 1071 ve Anadolu’nun kapılarını Türklere sonsuza dek açan Alp Arslan. Ne konuşuyor biz ya? Ekmek iki buçuk lira oldu.

***

Sarayda bir ilginç buluşma. Erdoğan, Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu’nu ağırlıyor. Hayırdır, SP Millet ittifakından Cumhur ittifakına mı geçiyor, diye düşünmeye fırsat olmadan bir kanepe günün yıldızı olup çıkıyor. İki lider kafa kafaya vermiş Türkiye’nin buradan Fizan’a yol olmuş sorunlarına dair nasıl bir fikir alış verişi yapmış, diye siyasetin standart akışına bağlanamıyoruz ne yazık ki? Kanepe var onun yerinde. Gündemin üzerinde kanepe oturuyor. Erdoğan’ın altın oymalı iki tekli koltuğu, iki kanepesi ve gelen misafirlerine karşı hissettiği duygusal yakınlık ve ya uzaklığa göre mesafesi ayarlanan bir konuk oturtma protokolü var. Kızdım sana git öte, sevdim seni yaklaş bana, sana mecburum hadi otur bu yana… Alıngan, kırılgan, sorunların merkezinden uzaklaşıp rasyonel aklı yitiren, kızan, küsen, manipüle edeyim derken manipüle olan, hırçın, güvensiz bir insana döndü koca ülke. Koltuk kanepe arasındaki geçen bir duygu zincirine bağlanmış gidiyoruz. Bir derdimiz bu mu kaldı Allah aşkına? Yanlış soru. Bir derdimiz var mı ki zaten, doğru soru.

***

Koltuk kanepe arasındaki kim nereye, neden, nasıl oturdu, oturtuldu tartışmasından sonra, iki buçuk saat ne konuşulduğuna geliyoruz. “Sayın Cumhurbaşkanı”, diyor Karamollaoğlu “ekonomik yönden de dış politikalardaki gelişmeler yönünden de her şeyin dört dörtlük olduğu kanaatinde. Hiç problem görmüyor kendisi.” Dertsiz ‘başlarımız’ varmış meğer. Fakat karşı dağın başı hayli dumanlı. Onca sıkıntının arasında takıldığımız şeye bak, dediğimiz işte o ‘şey’lerin sebebinin, gerekeni vaktiyle ciddiye almamaktan kaynaklandığını anlıyoruz artık. Koltuk kanepe arasındaki kriz, bu ‘duygusallık’ ‘doğal liderlik’ özelliği sayıldığı için çıkıyor karşımıza örneğin. Tam da dağ gibi sorunlar çözüm beklerken… Tam da bu yüzden iktidarda sanılırken sorumluluktan kaçan idarecilerle sarılı dört bir yanımız. Bugün, ne konuşuyoruz biz diye isyan ettiğimiz her söz, her davranış, her tavır, vaktiyle halledilmemiş olanın fırsat verdiği koca bir vasatlık evreni yarattı. Açlıktan yoksulluktan kıvranırken bile birileri halkı, bizi, hamasetleriyle doyurabileceğine inanıyorsa, kişisel hırs ve hasetleriyle ülkenin dümenini kontrol edebileceğine güveniyorsa, tarihin bir noktasında çok ama çok büyük bir hata yapmışız demektir. Daha hayatının başındayken umudu çalınmış, uzatılan mikrofona ölmeyi dert etmediğini söyleyen gençlerin sokakları doldurduğu ülkede, yöneten sorumluluk almıyor, dahası sorun yok diyorsa, derdimiz artık bunun yüzümüze yüzümüze nasıl rahatça söylenebildiği olmalı.