Bugünlerin (2020’ler) ergenleri, gençleri büyüyecekler, çoluk çocuğa karışacaklar. Onların çocukları da aynı yollardan geçecekler… Büyükanneler, büyükbabalar torunlarıyla ülkeye dair sohbet edecek haller oluştuğunda, büyük bir olasılıkla torunlar en çok “2000’li yılların ilk çeyreğini” soracaklardır:

-O zamanları anlatsanıza!..

-Büyük dalgalanmalar yaşandı. Ülkenin sarsılmaz kurumlarında, siyasetin dokunamayacağı alanlarında acayip değişiklikler meydana geldi.

-Daha somutlar mısın?

-Mesela ordu ve yüksek rütbeli komutanların siyasete ait tahmin ve tahlilleri eski etkisini yitirdi.

-Eskiden nasıldı ki?

-Komuta kademesi hükümet üyeleriyle birlikte toplanır, ‘tavsiye kararları’ alırlardı. O kararlar ertesi gün hükümette de kabul edilirdi. Askerlerin en büyük hassasiyeti sol, sosyalist, komünistlerin ülkede devrim yapmaları konusundaydı. O yüzden sola karşı güvenlik bariyerleri inşa etmek için dinci ve faşist unsurlardan istifade ederlerdi.

-Bu durum değişti mi?

-İlk başlarda bu işleyiş tasfiye ediliyormuş gibi bir yola sapılmış izlenimi oluştu. Ardından öyle bir dönem geldi ki, eskinin en kötüsünü bile mumla arattı.

-Nasıl oldu?

-Önce devletin sırtındaki yükleri atıyoruz diye iktisadi kuruluşlar birer ikişer satılmaya başlandı. Fabrikalar içindeki makinaların hurdası fiyatına eş dost tanıdıklara hediye edildi. Arsaları da yeni gelişen müteahhitlere kat karşılığı olarak sunuldu. Ama esas olarak raydan çıkma birkaç seçim sonra hayata geçirildi. Ahlak anlayışı değişti, utanma ve ayıp tedavülden kalktı!

-Çok korkunç!

-Tam olarak öyleydi, korkunçtu! Ama sanki her şey ‘normalmiş’ gibi kabullenir hale geldi. Ülke yönetimini ele geçirenler, dur durak bilmez halde doludizgin bir koşu tutturdular. Bütün şehirlerin olur olmaz yerleri betonlandı. Kat karşılığı katmerlenmiş yasa dışı uygulamalar aldı başını gitti. Yapılar için alınan inşaatı durdurma kararları çöp tenekelerine atıldı. Bu hunharlık şehirlerle sınırlı kalmadı.

-Daha ne olabilirdi ki?

-Ülkenin ormanlarına, akarsularına, meyve ve sebze bahçelerine, tarlalarına karşı benzeri görülmemiş taarruz başladı. İşgal yaşayan ülkeler bile bu kadar tahrip edilmemişti. Milyonlarca ağaç kesildi. Maden sahaları en ilkel biçimde üretime açıldı. Açılan o maden ocakları çalışan işçilere toplu mezar oldu. Buna da ‘normal’ denildi.

-Yok artık…

-Biz de öyle diyorduk, yok artık bu kadarı da olmaz! Ama olamaz dediğimiz her şeyin fazlasını yaşadık. Demokrasinin eksikliklerini gidereceğiz diye gelenler, demokrasinin zerresini bırakmadılar. Seçilmişler atanmışların önünde yer alacak demişlerdi. Seçilmişleri, seçildikleri akşam görevden alıp hapislere attılar. Bu da bir şey değildi!

-Dahası da mı oldu?

-Çocuklar… Ah o çocuklar!..

-Onlara ne oldu ki?

-Çocuklara yönelik taciz tecavüz vakaları tarihin en karanlık dönemlerinden birini oluşturdu. Başlı başına bir ‘üst ahlakı’ temsil eden dini yapılar içinde kız ve erkek çocuklara musallat olan ahlaksızlık arşı alaya yayıldı.

-Öfff… Nasıl tahammül edebildiniz bu vahşete?

-Onu hiç sorma yavrum. Utanç verici bir sessizlik içinde kıvrandık. O yıllarda bir tek kadınlar vardı, ‘Hayır’ diye ortaya çıkıp seslerini yükselten… Çünkü ülke o yıllarda tam anlamıyla bir kadın ve çocuk cehennemiydi. Hemen her gün en az bir kadın çok yakını bir erkek tarafından öldürülüyordu. Sözüm ona siyasetçiler de bu durumu destekleyen açıklamalar yapabiliyordu. Kahkaha atan kadın iffetsizdir diye gazetecilere beyanat veriyorlardı. Aynen böyleydi… Soracak mısın daha?

-Evet, daha anlat lütfen dede: O yıllarda ne olmuştu?