İran’daki kadınların örtünmeye karşı başlattıkları mücadele, ister istemez, bu ülkede 90’lı yıllarda “örtünme serbestliği” için verilen mücadeleyi hatırlatıyor! Bu mücadelenin bugün vardığı yer de ortada; artık, yalnız eğitimde değil, kamuda, parlamentoda ve her meslekte örtünmek mümkün; örtünen kadınların ayrıcalıklı konumda oldukları bile söylenebilir... O günlerde siyasal İslam’ın bu mücadelesine, örtünen kadınların üniversiteye girmesi ve kamu hayatına katılabilmesi gibi “özgürlükler” çerçevesinde liberal çevrelerin yanı sıra kadın hareketinden, hatta feminist düşünceden gelen kadınlar da katılmaktaydılar. Muratları gerçekleşti; kamusal hayata katılmış başörtülü kadınlarla dolup taşmakta sokaklarımız, okullarımız ve de kurumlarımız!... Özgürlükler ise kayıp!...

Örtünme davası: ‘Kadınlara özgürlük’ etiketinden nereye!

Bianet’ te Büşra Cebeci “Başörtüsü Mücadelesinin Değişen Yolculuğu” başlığını taşıyan bir yazı dizisi başlatmakla iyi etmiş. Örtünmek kamusal bir politika olunca tartışmaları sürdürmenin de bir anlamı kalmamıştı; oysa bu konu, yalnız kadınları değil, ciddi bir meselemiz olan laiklikle de ilgili. Yazıda, kendi deneyimlerini anlatan kadınların yer alması düşünülmüş; temelde “başörtüsü, kadınların mı, yoksa erkek siyasetinin mi sorunu” gibi çetrefilli bir soruya yanıt arandığı söylenebilir.

Bu yolculukla ilgili ilk yazı Ayşe Çavdar’dan; anlamlı şeyler söylüyor. Vardığı noktayla ilgili kısa bir özet yaparsam, kendi açısından “başörtü mücadelesinin hiç bir zaman İslamcı düşüncelerin kamusal alanda temsil edilmesi mücadelesi olmadığını” söylerken, Müslüman kadınların özgürleşmesi olarak gördüğü bu davanın bugün “zulmeden bir siyasal iktidarın meşruiyet aracı olarak” kullanıldığı ve başörtülü kadınların buna karşı çıkmayarak “davalarını kaybettikleri” gibi bir noktaya varmakta.

Söylediklerinde katıldığım noktalar var; ancak kendi adıma başörtüsüne özgürlük davasının, hiç bir zaman “inanç özgürlüğü” ya da “Müslüman kadınlara özgürlük” anlamına gelmediğini düşünen biri olarak çıkış noktamız farklı. Onun aksine ben, başından beri “örtünme” mücadelesini kadınlara değil, İslam’a özgürlük ve “İslam’a kamusal alan yaratmak” mücadelesi olarak niteledim; gelinen nokta da bu tür düşünenleri haklı çıkarmış durumda. Geçmişte bu davayı güdenlerden bazılarının şimdi bu soruları soracak noktaya gelmesi, kaygı ve kuşku duyanların haklılığını göstermekle birlikte hiç sevindirici değil. Aksine, “aldananlar, kandırılanlar” bu kadar çok olmasaydı da, bugün buralara gelmeseydik diye düşündürüyor...

Bu davaya karşı kuşku duyanların nedenleri belliydi. Bir yanda tarihsel-toplumsal gerçekler var; öte yanda İslam’ın iddiaları ve kadına verdiği yer ortada. Bu gerçekler bilinirken, siyasal İslam’ın laiklik ve özgürlüklerle ilişkisinin sorunlu olacağı da, örtünmenin kadınlara özgürlük getirmeyeceğini de düşünmek zor değildi. Örneğin İslami yaşam denilince bunun toplumsal ve siyasal alanı kapsamasını önleyemezsiniz. Üstelik siyasal İslam, -hatta İslam’ın beş şartını yerine getirmekten çok- laik bir ülkede görünür olmak ve gücünü pekiştirmek üzere sembollere önem vermek durumundadır; kadınların örtünmesi de bu sembollerin başında gelir. Kadının örtünmesi konusunda farklı İslami yorumlar olmasına karşın, baş örtmeyi bu kadar önemsemek de “sembol” olarak taşıdığı önemle ilgili.

Örtünme serbest; ülke ise özgürlükten kırılıyor!...

O nedenle bugün laikliğin çöpe atılması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın her yerde karşınıza çıkması, “buluğa eren kız çocukların evlenebilmesi” veya “sol eliyle yemek yiyenleri şeytan” olarak nitelenmesi gibi aşırı “fetvalarla” karşılaşmamızın başlangıç noktası neresi diye sorarsanız, yolun ucu kadınların örtünmesi davasına çıkar. Muhafazakar, ataerkil bir toplumda sırtınızı dine dayadığınızda yol almanız da zor olmaz.

Örtünmeyi İslami gereklilik olarak kabul eden kadınlarınsa, bu kabul içinde “bireyselleşme, özgürleşme, kendisi için uygun görülenden ötesi” için mücadele vermesi beklenemez; din deyince tartışma olmayacağını bilirler. Gerçi özellikle örtünen genç kızları erkek arkadaşlarıyla el ele, kol kola görünce, örtünseler de İslam’ın mahrem-namahrem kuralına pek aldırmadıklarını düşünüyorum ki, bu gençlik bir gün daha ötesine geçebilir umudu veriyor. İran’daki gençler gibi, bir gün onlar da başörtülerini çıkarıp “fetvalara” kafa tutabilirler; tabii, önce özgürlüğün anlamı ve değerini anlamaları gerekmekte.

İktidarın resmi politikasının bunu önlemek yönünde biçimlendiğini söylemek de yanlış olmaz. Bir yandan, CEDAW’ın kabulü ve kadın hareketinin mücadelesine karşın, cinsiyetçi yaklaşımları, kadını evle sınırlamaya yönelik politikalarının ardı arkası kesilmiyor. Öte yandan, ağacın yaşken eğilmesini sağlamak üzere, kız çocukları örtünmeye itilirken, eğitim de din dersleriyle yetinmeyip İslami eğitimi esas kılmaya doğru kaymakta. Böyle bir toplumda “fitne” olarak görülen kadınların kapanmasının “doğallaştırılması” gibi, birey olmak isteyen kadının “şiddet” görmesi de engellenemez. Kadına karşı şiddetle uğraşanların, bu nedenle meseleye daha geniş bir acıyla bakmaları gerektiği ortada. Kuşkusuz inançlara bir diyeceğim yok; ancak dini kurallar geçerliyse kadınların özgürlük davasının kaybolacağını anlamak zor olmasa gerek.

Uygulanan politikaların nihai amacının, hak ve özgürlük, demokrasi ve adalet, laiklik ve özel yaşam serbestisi gibi iddia ve istemleri yalnız susturmak değil, İslami eğitimle birlikte toplumun gündeminden çıkarmak olduğu da düşünülebilir. Dindar ve kindar nesiller yetiştikçe, farklılıkları susturmak, özgürlük taleplerinin önünü kesmek için artık iktidarın müdahalesine gerek kalmadan bu işi toplumun üstlenmesi beklenmektedir!... Bu gidişten kadınların nasibine epeyce “özgürlük” düşeceğine de kuşku yok!...