Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Ozanlar dil kuyumcularıdır. Dili ince ince işler, yeniden üretir, yaratırlar…

Sanal ortamdaki Türkçe savrukluğu biliniyor. Orada çoğu insan, “arka bahçesi” gibi yaklaşıyor dilimize. Bu duruma tepki gösteren duyarlı kalemlerimiz var. Onlardan biri de ozan ve çevirmen Tarık Günersel. Türkçesi varken yabancı sözcük kullanılmasına karşı çıkıyor. Ayrıca gerekmediği yerde edilgen tümce kurulmasını da eleştiriyor:


Her dil değişir. Kimi değişiklikler birilerinin hoşuna gider ya da gitmez. Ne yazık ki dildeki kazanımlar güme gidiyor. Örneklemek gerekirse: Dayanarak varken ‘istinaden’, gündem varken ‘ajanda’, ilgili varken ‘alakalı’, ilginç varken ‘enteresan’, kuşak varken ‘jenerasyon’, sözlük varken ‘lügat’, umut varken ‘ümit’, yenilgi varken ‘mağlubiyet’ (yendi demek varken ‘mağlup etti’)…

Bir de gereksiz ek kullanma hastalığı var: ‘Bina yapılmaya başladı’ demek varken ‘Bina yapılmaya başlandı’ denmesi yanlış, ama yayıldı. ‘Öyle dendi’ demek varken ‘Öyle denildi’ yaygın. ‘Yemek yendi’ yerine ‘yemek yenildi’ denmesi de…

Güle güle’ yerine ‘hoşça kal’ yayıldı. Ben ‘güle güle’de direnenlerdenim. Ama giderken ‘hoşça kal’ dendiğinde artık sinirlenmemeye çalışıyorum!”

***

“YAPMAK” MI, “GERÇEKLEŞTİRMEK” Mİ?

Fransa’da yaşayan bir başka ozan ve çevirmen arkadaşımız Aytekin Karaçoban ise “yapmak” yerine son dönemde yaygın biçimde “gerçekleştirmek” eyleminin kullanılmasından yakınıyor:

Sevgili Ağabey anımsarsınız, bir zamanlar ‘yapmak’ eyleminin yerli yersiz kullanılması üzerine epeyce yazı yazmıştınız. Bunun etkisiyle mi, yoksa başka nedenlerle mi bilmiyorum, ‘yapmak’ eylemi ortadan yitti. İşin en acıklı yanı toplantı, tören, şiir okuma etkinliği vb. yapılmıyor artık, gerçekleştiriliyor! Bunları gerçekleştiren şair, yazar, gazeteci sayısı da giderek artıyor. Evet, vatandaş toplantı yapmıyor, tören yapmıyor, şiir okuma etkinliği yapmıyor, hep gerçekleştiriyor! O nedenle siz de köşenizde bu konuda bir yazı gerçekleştirseniz iyi olacak diye düşünüyorum! Selamlar, saygılar.”

Aytekin arkadaşımız, bu ironik iletisiyle haklı bir uyarıda bulunuyor. Biz daha önce “yapmak” eyleminin ad tabanlı sözcüklerle birlikte kullanılmasının yanlışlığı üzerinde çok durduk gerçekten. Ama durum değişmedi. Özellikle TV muhabirlerinin ve sunucularının ağzında önlenemez bir yaygınlığa ulaştı bu eylem kalıbı. Örneğin “giriş yaptı” sözü, Özlem Gürses’ten Can Coşkun’a, İrfan Değirmenci’den Şule Aydın’a, hemen tüm ekran yüzlerinin dilinden düşmüyor! Ama “yapmak” sözcüğünü yerli yerinde kullanmak varken çöpe atmakla da büyük yanlış yapıyoruz. Bu eylemin onlarca kullanım biçimi var dilimizde. Bunu atıp yerine "gerçekleştirmek" sözcüğünü koyarsak, Aytekin Karaçoban’ın sergilediği gülünç duruma düşeriz…

***

“ARAYA GİTMEK”

Bu uyarı da yine gurbetteki Türkçe dostu bir yazar ve ozandan geliyor. Yıllardır Hollanda’da yaşayan Haydar Eroğlu ile zaman zaman “Türkçenin sorunları” üzerine sanaldan yazışırız. Son mektubunda, televizyon sunucularının bir söylemine dikkatimizi çekiyor:

“Merhaba Attila Ağabey. Size çoktandır yazmak istediğim bir konu var. İlk kez şair Duran Aydın’ın farkına varıp dillendirdiği konu şu: Halk TV ve Tele1 kanallarında bile sunucular, ‘Bir araya gidelim’ ya da ‘araya gidiyoruz’ diyorlar. Oysa ‘araya gitmek’, ‘ziyan olmak’ anlamında bir deyimdir. Yusuf Ziya Bahadınlı’nın Türkçe Deyimler Sözlüğü ve Kaynakları’nda ‘araya gitmek’ için şöyle deniyor: ‘İşe yaramaz hale gelmek.’ Bu konuda da yazarsanız çok iyi olur, yanlış düzeltilir belki. Saygılarımla.”

“Ara”yı, “İki şeyi birbirinden ayıran uzaklık, açıklık, aralık, boşluk, °mesafe” ve “İki olguyu, iki olayı birbirinden ayıran zaman, °fasıla” diye açıklıyor sözlükler. “Araya gitmek” deyimi ise “harcanmak, kaybolmak” olarak tanımlanıyor. “Ara vermek” de “Bir işi -daha sonra yeniden başlamak üzere- kısa süreliğine bırakmak” anlamına geliyor. Böyle olunca, “araya gitmek” yerine “reklamlar için kısa bir ara” ya da “şimdi 10 dakika reklam arası / molası veriyoruz” demek bana daha doğru geliyor.

Ama hemen eklemeliyim ki Türkçemizin bundan çok daha büyük sorunları var!

***

HAFTANIN NOTU

Ahmet Say’ın devrimci kalıtı

Geride bıraktığımız hafta, önemli bir aydınımızı daha öte yakaya yolcu ettik. Uzun süredir önemli sağlık sorunları yaşayan 87 yaşındaki Ahmet Say da ayrıldı dünyamızdan.

O, çok yönlü bir insandı. Yazardı, müzikologdu, yayıncıydı ama en önemli özelliklerinden biri de örgütçülüğü idi. Çünkü devrimci mücadeleden geliyordu. 1967 yılında Milli Demokratik Devrim (MDD) hareketinin yayın organı olarak çıkmaya başlayan haftalık Türk Solu dergisinin sorumlu müdürlerinden biriydi. Bu yüzden bedel ödemiş, hapis yatmıştı. Daha sonra Türkiye Yazıları gibi etkili bir yazın dergisinin önde gelen kurucuları arasında yer aldı. Onun önemli başarılarından biri de Edebiyatçılar Derneği’nin kuruluşuna öncülük etmesiydi. Tabii, Fazıl Say gibi bir müzik dehasının yetişmesindeki büyük katkısını da unutmamak gerekir. Belki de bu yüzden, son yıllarda “Fazıl Say’ın babası” diye anılmaya başlamıştı! Cenaze törenindeki kalabalığı da biraz buna yordum ben.

Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlenen uğurlama törenine çok sayıda yazar, ozan, sanatçı, gazeteci ve siyasetçi katılmıştı. Fazıl Say, katılımcılara teşekkür konuşmasının ardından, birkaç ay önce bestelediği "Babam Ahmet Say" parçasını topluluk önünde ilk kez seslendirdi. Sonra “Kara Toprak” bestesini çaldı… Duygu yüklü bir piyano dinletisiydi…

***
Ahmet Say, sözünü esirgemeyen bir devrimciydi. Yanlış gördüğü her şeye tepki göstermekten çekinmezdi. ÇSM’deki töreni izlerken, bir yandan da eski Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk’ü 30 Ocak 2012’de bu salonda protesto edişini anımsadım. “Hayata Dönüş Operasyonu”nun sorumlularından biri olarak gördüğü eski bakanı protesto etmesi o gün hoş karşılanmamış ve dışarı çıkarılmıştı. Oysa aynı salonda bugün Ahmet Say’ın tabutu önünde saygı duruşu ve uğurlama töreni yapılıyordu!

Ahmet Say’ın ölümü, gerçeklerin ne denli direngen ve devrimci olduğunu bir kez daha gösterdi bize.