Mesela, 1 Ekim-25 Aralık arasında ülkemizde olan 11 bin 176 ölüm önerilen kapatmalar gerçekleştirilseydi önlenebilecekti

Pandeminin yılı: 2020

Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol

Bu yılın sonunda geçip gitmekte olduğunu zannettiğimiz yıl için nostalji yapamayacak olma nedenimiz, bu geçirdiğimiz pandemi yılını, insanın perspektifinden değil yalnızca toplumsal ortak yaşantımız bakımından kronolojik olarak sıralamak zorunda olmamızdandır.

Bireyi, sağ kalım ve açlık sorunlarıyla baş başa bırakan seçilmişlerin insafına kalan bir yıldan nostalji yapmayı beklemek pek romantik, hatta ütopik romantik olurdu doğrusu.

Hikâyesiz, tek katmanlı, doğrusal akıp giden bir takvim yılı oldu 2020.

Şimdi, salgının yalnızca Çin ve henüz Asya’da olduğu ve başlangıç olarak Aralık 2019 kabul ettiğimiz ilk 60 gününü, sonra güya beklenmedik şekilde diğer kıtalara sıçramasını ve pandeminin çıkış anahtarı dediğimiz aşının da bulunduğu, bugünden geriye son 60 günden bir hikâye çıkarmak isterim. Alıntı ile “Bir tarihe sahip olmak ancak o tarihin öznesi ve yazarı olanlar için ödül olabilir.” Öznesi olduğum bu tarihi hikâye bağlamından koparmak beni öksüz bırakacak aksi halde. Doğrusu, başlangıcı yavaş gibiydi, distopik bir film karesi gibi, yaşamı değiştirecek ama biz diğer kıtalardaki yerküre sakinlerini nedense buna “immün” kılacak bir salgın başlamıştı.

Başlangıç yeri olan Çin’in Vuhan kentindeki geleneksel vahşi hayvan pazarı, hayvanlardan insanlara bir sıçramaya neden olmuştu ama zaten onlar yarasa çorbası içmek filan gibi tuhaf şeyler yapıyorlardı, o yüzden de olan onlara olmuştu. Şimdi başlangıç tarihinin, ilk kez duyurulduğu tarihten en az iki ay öncesi olduğunu neredeyse biliyoruz. Bu dönemde hem bilimsel veri ve bilgiye sahip değildik hem de süreçle ilişkili veri paylaşımı eksikti. Uzak bir kıtada olmasını bizden uzak olması anlamında sevinçle karşılarken bu uzaklığın bizi ne kadar eksik ve hazırlıksız bıraktığını da fazla zaman geçmeden anlayacaktık.
Tanı için kullanılan testler, tedaviler hatta hastalığın seyri bilinmezlerle doluydu. O sırada, insandan insana bulaşmanın olup olmadığı bilinmiyor ya da veri paylaşılmıyordu. Aşısı ve tedavisi olmayan, bilinmeyenlerle dolu bir salgın başlamıştı. Daha önce o kıtada yaşanmış salgınlardan çıkarken edinilmiş sağ kalım refleksleri ile çok katı bir karantina, uzay üssüne girer gibi hasta odalarına giren tam korunmalı doktorlar ve sağlıkçılar, önce uluslararası sonra tüm seyahatlerin de kısıtlanmaları ile sürece müdahale başlamıştı.

Bir çaresizlik senaryosu ve birey hakları bakımından oldukça sorunlu olduğunu düşündüğüm karantina tam 76 gün sürdü ve 60 milyon kişiyi kapsadı. 23 Ocak’ta başlayan karantina 8 Nisan’da bittiğinde, Çin’de 80 bin vaka ve 3 binden fazla ölüm olmuştu. Şubat ortalarında, Avrupa ve ABD’de görülmeye başlayan ilk olgular ile uluslararası hava trafiği oldukça yoğun olan Vuhan kentindeki uçuşlar kapatıldığında virüsün çoktan yayılmış olduğunu, virüsün hasta olmayan kişiler tarafından da bulaştırılabileceğini anlamış olacaktık.

Bu ilk 60 günde, Avrupa ve ABD’de bilim üreten bilim dünyasının, henüz salgını seyrederken, oldukça yavaş ve hantal tepkiler verdiğini ve koruyucu sağlık hizmetleri konusunda aynı üretkenliği gösteremediğini izledik. Şimdi bilemediğim bilim dünyası daha hızlı aksiyon alabilse, sağlıklılıklarını koruyamadıkları bireyleri yönetme talepleri ön plandaki seçilmişler bu önerilere uyup ne pahasına olursa olsun önlenebilir her ölümü önlemek iradesini gösterecek miydi?
Bildiğim şu ki, bu salgının toplumlarımıza sıçramasını önleyebilecek bir zaman olduysa onu da kaçırmış olduğumuz. İlk 60 gün içinde olanlar içinde en önemli ve umutlu gelişme şuydu, virüsün kimlik kartı dediğimiz , “virüsün genomu” tanımlanmış ve dünya ile paylaşılmıştı. Bu, DNA ve moleküler teknolojinin geldiği durumu ve aşı çalışmalarının da hızla başlayabileceğini gösteriyordu. Daha önce aynı virüs ailesinin yol açtığı SARS ve MERS için yapılmış iki yüze yakın aşı patent başvurusu ve bu ön gelişmeler üzerine eklenilecek yoğun çalışmaların kısa sürede değil ama bir, bir buçuk yıl içinde sonuç vereceğini öngörüyorduk.

Salgının son 60 gününde, başta İngiltere, İspanya, Fransa, İsveç ve ABD’de milyonlarca hasta ve yüz binlerce ölüme yol açtığını izledik. Başlangıçta “eliminasyon” olarak tanımlanan halk sağlığı yaklaşımını seçen Çin, Tayvan ve Yeni Zelanda’da hastalık elimine edildi.

Baskılama ile vaka sayılarını kontrol eden yöntemsel önlemler alan Almanya gibi bazı Avrupa ülkelerinde ise, vaka sayıları arttıkça önlemler artırılarak ve hastanelerin taşması önlenerek ölüm oranları düşük seyretti. Hastaneler ve yoğun bakımlarda taşmayı önleyecek kadar “hafifletme” yaklaşımlarını benimseyen ya da belli başlı önlemleri olmayan ülkelerde ise sağlık sistemi çökme sınırında ve önlenebilir pek çok fazladan ölüm oldu. Mesela, 1 Ekim-25 Aralık arasında ülkemizde olan 11 bin 176 ölüm önerilen kapatmalar gerçekleştirilseydi önlenebilecekti.

Son 60 günün en umutlu haberi, tüm çalışma aşamalarını geçerek, pandemiyi bitirme sözü veren, etkili, güvenli ve hızlı tanımına uyan iki aşının, erken koşullu onay alarak şimdiden milyonlarca kişiye uygulanmış olması. Gerçi, salgının başladığı Çin dünyaya, bir hastalığın aşısız da elimine edilebileceğini gösteren ilk ülke oldu. Şimdi aşıların bulunmuş olması kadar önemli başka bir görev bulunuyor. O da aşıların tüm dünyaya ve adil dağıtımı.

Önümüzdeki yıl lisanslarını alan aşıların üretiminin, faz 3 aşamasında olan farklı aşıların lisans süreçlerinin hızlanacağından şüphem yok. Ancak, bizi kitle bağışıklığına götürecek kapsayıcılıkta bir aşılamanın bir-iki yılı bulacağını söylemek gerçekçi olacaktır. Alıntı ile “Yel değirmenlerine saldırmanın yüce bir erdem olduğunu söyleyen de bu saldırılarından öte kendini yüceleşmiş sayan da kendisidir.” İyi ve sağlıklı bir yeni yıl dilerim.

Alıntılar; Naturans, Yeni Bir Ontolojiye Doğru, Çetin Balanuye
TR-Ölüm Rakamı, Prof. Dr. Fatih Tank, kişisel veri