Trump sonrası bizim gazetelerde de post-truth (gerçek-ötesi veya hakikat- sonrası olarak kullanılabilir) sözcüğü epeyce yazıya konu oldu. Sözcüğün kullanımı daha gerilere gitmekte; (örneğin Ralph Keyes’in 2004’de basılmış “The Post-truth Era” adlı bir kitabı var); ancak sözcüğün yaygın kullanıma girmesi, ABD başkanlık seçimlerinde yalan haberlerin sosyal medyada dolaşımı ile oldu. Sözcük yeniden hatırlandı da denilebilir.

Oxford Sözlüğü, post-truth sözcüğünü 2016 yılının sözcüğü olarak seçmiş; tanımı da şöyle; “Post-truth sözcüğü, bir konsept olarak, sosyal medyanın bir haber kaynağı olarak yükselmesi ve resmi otoritelerin açıklamalarına duyulan güvensizliğin etkisine bağlı olarak linguistik zeminini buldu ve orada bir süre kalacak gibi.”
Sözcüğün yalnız 2016’yı değil, yaşadığımız dönemi tanımlayan bir sözcük olabileceği ileri sürülüyor ki, hiç abartı değil. Hakikat sonrası ya da gerçek-ötesi haber yayımı yeni değildi elbette. Aslında küreselleşen kapitalizmin kültürel karşılığı olan post-modernizmle birlikte ideolojiler gibi gerçeklerden de koptuğumuz söylenebilir.
Günümüz dünyasında birçok araçtan bilgiler alıyoruz; ancak gelen bilgilerin yanlı ya da abartılı olma, ya da konuşulması istenmeyen konuların üstünü örtmek amacı taşıması olasılığı eskiye göre çok daha fazla. Bu nedenle günümüzde euphemania (örtme merakı) sözcüğü de epeyce revaçta. Benim sıklıkla kullandığım “mış toplumu veya dünyası” ile de bir güzel örtüşmekte.

Öte yandan görecelilik kaplamış her yanı; böyle olunca da kişiye-duruma- beklenen göre gerçeğin türlü kılığa girmesi engellenememekte. Teknolojik gelişmeler de bunlara eklenince, hem oturduğunuz yerden “gerçek” üretip yayma imkanı olmakta hem de üretilenler “satışa” uygunsa teknoloji üreticilerinin bunu yaymanıza katkısını beklemek mümkün.

Bu satış, bazen sevimli bir kare, ilginç bir söylem, duyarlılık taşıyan bir hareket olabilir ama bir de ona buna sataşmanın getirdiği ilgi var ki, daha fazla tıklanacağı, daha fazla “like” edileceği ve yayılacağını herkes bilmekte. Artık sosyal medyada sizi durdurmak değil, önünüze açmak için çalışacaklardır ki kasalarına para girsin.
Özetle, bilgi bombardıman bilgi kirliliğini beraberinde getirirken, sosyal medya da iletişim kurmanın ve bilgi edinmenin yanında gerçek-ötesi bir dünyanın kurulmasında yardımcı rol oynamakta.

Aslında gerçek-ötesi dünya dört koldan kurulmakta. Filmler, oyunlar, dünya ve toplum gerçeklerinin üstünü örtmek için sisteme giren bilgilerin sonu yok. Robertoto Niro ile Dustin Hoffman’ın başrollerini oynadıkları “wag the dogs” filmi, bu açıdan unutulacak gibi değil!

Ancak, yalnız “gerçek-ötesi” haberler değil, tokat gibi gerçekler de (slap-truth diyebiliriz belki) yaygınlaşmakta ki, gerçek ötesine “ ilişkin haber ve iletilerin çoğalmasının bir nedenini de burada aramak lazım. En azından Türkiye örneğinde durum açık.

-Ardı arkası kesilmeyen şehit haberleri, cenazeler... Şimdi Ortadoğu bataklığına girmemizden dolayı gelenler...

-Yalnız savaş nedeniyle de değil; her yıl maden ocaklarında çıkan çökme, patlama, yangınlar nedeniyle can veren işçiler...

-Tutuklanan gazeteci, yazarlar... Sayılar bir yana yargıç önüne çıkarılıncaya kadar haftalar-aylarca süren tutukluluk halleri...

-Cumhuriyet gibi merkezde sayılabilecek bir gazetenin bile kendini bu şerden kurtaramaması...

-Son KHK ile 16 bine yakın kişinin işten atılması... 50 bini bulan işinden olmuş öğretmen...

-Hak aramak ise mümkün değil! Örneğin işten atıldığı oturma eylemi yapan öğretmen Nuriye Gülman, 14 kez gözaltına alınmış durumda.

-2000’de Burdur Cezaevi’ndeki “hayata dönüş” operasyonunda kolu kopan ve son KHK ile görevinden ihraç edilen sosyolog Veli Saçık da, kararnameyi protesto ettiği için gözaltında.

Ne demokrasiden ödün veririz, ne de Avrupa Birliği’nin bu antidemokratik tavrına boyun eğeriz!” buyuruyorlar ki, tokat gibi gerçekler ancak böyle örtülebilmekte.

-Üç KHK ile 107 üniversiteden 3 bin 840 akademisyenin ihracı... Yani, 100 akademisyenden üçü....

-Son seçimlerde yüzde 10 dolayında oy almış HDP yöneticilerinin tutuklanması... HDP’li belediyelere kayyım atanması...

-Ahmet Türk gibi Kürt sorunun siyasal yoldan çözümünü isteyen bir “akil adamdan” sorunun çözümünde yararlanmak yerine gözaltına alınıp eziyet edilmesi...

-Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay’ın “Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma” suçundan yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle tahliyeleri, fakat, “Terör örgütü üyeliği” suçundan tutukluluk hallerinin devamı kararı... Terör örgütü üyeliği iddialarının yersizliği ayrı konu...

-Grup Yorum’un tüm üyelerinin tutuklanması; yani türkülerin de tutukluluğu...

Ve, tecavüzcüsüyle evlendirilmeye çalışılan çocuklar...

Şimdilik önerge, kadınlardan gelen yaygın ve etkin karşı koyuş nedeniyle taslaktan çıkarıldı ama cezanın belirlenmesinde 12-18 yaş arasına ilişkin belirsizlik ve rıza yaşının 15’ten 12”ye indirilmesi gibi bir tehlike hala devam ettiği gibi, zihniyet de bilinmekte...

Ve Osmanlı’dan buyana yüzünü Batı’ya dönmüş bir ülkenin, kendi iktidarı döneminde AB adaylığına kabul için uğraşıp, 2004 yılında kabul edildiğinde övünmüş bir siyasetçisi, Erdoğan, bugün AP’nin üyelik müzakerelerini dondurma tehdidine karşı, “Şu terbiyesize bak ya. “Yaptırım uygularız” diyor. Senin her tarafın yaptırım olsa ne yazar.” diyebilmekte!

Ve, giderek hikmetinden sual olunmaz başkanların yönettiği Şangay İşbirliği Örgütü’ne doğru yol alan bir ülke...

Bir post-truth veya dönemi açıklamak üzere çok kullanılan bir euphemism (gerçeği örtme) örneği ile bitireyim.

Mehmet Metiner, dünkü yazısında başkanını izleyerek “Avrupa Birliği’nin artık demokrasi bahsinde konuşmaya yüzü dahi kalmış değil” deyip, “biz doğru bildiğimiz yolda milletimizle beraber yürümeye devam ederiz. Ne demokrasiden ödün veririz, ne de Avrupa Birliği’nin bu antidemokratik tavrına boyun eğeriz!” buyuruyorlar ki,

Tokat gibi gerçekler ancak böyle örtülebilmekte.