Irkçılık karşıtı gösteriler, işçi grevleri, çiftçilerin eylemleri, protestolar. Almanya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en çalkantılı süreci yaşıyor. Eşitsizliğin derinleştiği, ırkçılığın körüklendiği, göçmen düşmanlığının kurumsal meşruluk kazandığı süreçte daima faşizm tehlikesi olacak.

Prof. Dr. Bozay Almanya’daki eylem dalgasını değerlendirdi: Faşizm kapıda mı?
Ekonomik ve sosyal krizlerin ortasında Almanya, yeni yıla ulaşım ve tarım sektörünün grevleriyle başladı. (Fotoğraf: Depo Photos)

Avrupa ve dünyanın lokomotif ülkelerinden Almanya, savaş sonrası tarihinin en çalkantılı sürecini yaşıyor. Eylemler, grevler, gösteriler birbirini izliyor. Köln IU Enternasyonal Yüksek Okulu’ndan Prof. Dr. Kemal Bozay, Almanya’da yaşananları anlattı. Aynı zamanda okul bünyesindeki Radikalizm Araştırmaları Merkezi’nin de üyesi olan Prof. Dr. Bozay, faşizm tehlikesine dikkat çekti.

Yeni yıla peş peşe grev ve eylemlerle giren Almanya’da neler oluyor?

Geçen yılın sonlarına doğru Münih Üniversitesi’ne bağlı Leibniz Enstitüsü Ekonomik Araştırmalar Bölümü, Almanya ekonomisinin büyük bir kriz sürecinden geçtiğine dikkat çekmişti. Almanya’daki kriz dalgası, kendisini salt enflasyonun artmasıyla değil ülke çapında alım gücünün düşmesi, pahalılık ile maaşların dondurulmasından sosyal alanda geniş bir kısıtlama dalgasına kadar yansıtmaktaydı. Diğer yandan ekonomik alandaki gerileme, şirketlerin daha az yatırım yapmalarına, bazı sektörlerde işten çıkarılmalara ve alım gücünün daha fazla düşmesine yol açtı. Buna pandemi sürecindeki ekonomik durgunluğu ve Ukrayna Savaşı’yla birlikte ivme kazanan enerji fiyatlarının büyük ölçüde yükselmesini eklersek bu krizin boyutlarını daha iyi görmek mümkün. Federal hükümet, 2024 yılının başlamasıyla söz konusu kriz ve enflasyonla mücadeleyi ilk etapta değişik hakların geri alınması ve sosyal alanda bir dizi kısıtlamalarla önlemeye çalışıyor. Bu duruma bağlı olarak başta metal, ulaşım ve hizmet sektörleri olmak üzere birçok işkolunda işveren kurumları ile sendikalar arasında görüşülen toplu iş sözleşmeleri bir durgunluk sürecine girdi ve söz konusu işkollarındaki sendikalar bu sürece uyarı grevleriyle cevap vermeye çalıştı. Bu eylemlilik sürecine diğer taraftan sene başında Almanya’nın birçok şehrinde çiftçiler de dâhil oldu. Bu direniş halkasına son olarak Almanya’nın birçok kentinde haftalardır devam eden kitlesel anti-faşist gösteriler katıldı. Almanya’da yaşanan bu durum küresel alanda gelişen ve Avrupa’nın birçok ülkesini kapsayan bir kriz dalgası. Bu kriz ve saldırı politikalarına küresel bir pencereden bakmak gerekir.

Aşırı sağa karşı ülke tarihinin en büyük eylemleri yapılıyor. Aşırı sağcı yükseliş nasıl bir tehdit oluşturuyor?

Almanya’da demokratik güçler, Hitler faşizminin tarihsel deneylerinden yola çıkarak faşizm, ırkçılık ve antisemitizm konusunda daima bir hassasiyet göstermeye çalıştılar. Bu hassasiyet dönem dönem kitlesel gösterileri de beraberinde getirdi. Dolayısıyla Almanya’da uzun yıllar aşırı sağcı partiler marjinal kalıp parlamenter sistem içerisinde yer alamadı.

Prof. Dr. Kemal Bozay
Köln IU Enternasyonal Yüksek Okulu

İVME KAZANAN AŞIRI SAĞ VE FAŞİZM

Almanya’da ivme kazanan sağ popülist rüzgârla birlikte AfD (Almanya İçin Alternatif) partisi bu boşluğu doldurup aşırı sağ parti olarak hem eyaletler çapında hem de federal parlamentoda bir güç oluşturabildi. Geçen yıl Hessen ve Bavyera eyaletlerinde gerçekleşen eyalet parlamentosu seçimlerinde AfD gücünü artırarak ikinci ve üçüncü parti sıralarına yükseldi. Bu yıl Almanya’nın doğusundaki eyaletlerde gerçekleşecek seçimlerde aşırı sağcı AfD, seçim analizlerine göre kısmen birinci parti olarak görünüyor. Hatta bazı araştırmalara göre yüzde 30’larda gösterilmekte. Bu durum parlamento içindeki ve dışındaki demokratik ve ilerici güçleri büyük oranda tedirgin etmekte. Söz konusu tedirginliğin oluşumunda AfD’nin faşizan programı, demokrasi düşmanı söylemleri ve göçmen-mülteci karşıtı politikaları yatmakta. Diğer bir tehlike ise, AfD orta burjuvazinin neoliberal partisi olmasına rağmen, kitle tabanı açısından genç işçi ve çalışanlara dayanmasıdır. Bu durum yıllarca egemen olan “İşçi sınıfı faşist partilere oy vermez” tespitinin aşılmasını da beraberinde getirdi. Bu tartışmayı daha önce Fransa’da faşist Le Pen’in partisi örneğinden yola çıkarak sosyolog-yazar Didier Eribon da kitabında tartışmaya açmıştı.

Aşırı sağcıların ‘gizli toplantısı’, göçmenleri toplu sürme planı gündelik ırkçılığın sonucu mu, ülkedeki ‘kurumsal ırkçılığın’ tezahürü mü?

25 Kasım 2023’te başkent Berlin yakınlarında bulunan Potsdam kentinde aşırı sağcı AfD’nin gerçekleştirdiği ırkçı temellere dayanan gizli toplantı, tartışmalar ve kitlesel gösteriler açısından bir dönüm noktası oluşturdu. Landhaus Adlon Oteli’ndeki bu gizli toplantıyı AfD milletvekilleri ve kadroları, neo Naziler, milyarderler, Hristiyan Demokrat Parti’nin (CDU) aşırı sağ kanadından (Werteunion) bazı isimler, avukatlar, politikacılar ve doktorlar da katıldı. Bu toplantıda, AfD’nin iktidara gelmesi halinde milyonlarca göçmeni sınır dışı etme planları tartışıldı. Bu gelişme Almanya çapında yüz binlerin faşizme ve ırkçılığa karşı kitle gösterilerine katılmalarına vesile oldu.

KURUMSAL IRKÇILIK TEHLİKESİ BÜYÜYOR

Bu kitlesel antifaşist gösterilerin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra faşizme karşı gerçekleştirilen en kitlesel gösteriler olduğunu söylemek mümkün. Diğer yanıyla söz konusu sınır dışı etme planları elbette Almanya açısından yeni değil. Bu planın arkasında kuşkusuz yıllardır devam eden kurumsal ve strüktürel bir ırkçılığın olduğunu görmek mümkün. Avrupa ve Almanya boyutunda ivme kazanan mülteci ve göç hareketleriyle birlikte, mülteci ve göçmen düşmanlığının arttığını söylemek mümkün. NSU davasında Federal Anayasa Koruma Teşkilatı'nda, dosyalara sızan görevlilerin tespiti başta olmak üzere, dava dosyalarının tahribatına kadar çok sayıda ihlali görüldü. Bu da kurumsal ırkçılığın bir diğer boyutunu göstermekte. Hanau’daki saldırıda son yıllarda şekillenen ırkçılığın boyutunu daha iyi görmek mümkün.

İki dünya savaşına neden olmuş Almanya’da faşizm tehlikesi ne kadar yakın?

Demokratik değerlerin tasfiye edildiği, sosyal dengesizliklerin ve eşitsizliklerin güç kazandığı, ırkçılığın ve şovenizmin git gide daha da körüklendiği, birlikte yaşama koşullarının ortada kalktığı ve göçmen-mülteci düşmanlığının kurumsal meşruluk kazandığı bir süreçte daima faşizm tehlikesi vardır, var olacaktır. Biz bunu tarihsel anlamda Almanya’da Nazilerin, İtalya ve İspanya’da faşistlerin iktidara gelmesinde de gördük. Dolayısıyla demokratik değerlerin git gide daha da erozyona uğradığı Almanya’da, AfD’nin güç kazanmasıyla kuşkusuz faşizm tehlikesi de güçlenecektir.

YENİ BİR DÖNEMİN ŞAFAĞINDA

Almanya’da grev dalgası, çiftçilerin isyanı yeni bir döneme mi işaret ediyor?

Almanya’nın yeni yıla birbiri ardına gelen grevlerle başladığını söylemek mümkün. Bu gelişme dolayısıyla yeni bir sürece işaret etmektedir. İlk etapta Makinistler Sendikası’nın (GDL) demiryollarındaki altı günlük grevi tam bitmişti ki ardından Ver.di Sendikası havalimanlarını greve çağırdı. Hemen ertesi günü otobüs, metro ve tramvay işletmecisi 130 belediye şirketi 81 kent ve 42 ilçede greve çıktı. Başka grevler de sırada. Bu uyarı grevlerinin temelinde toplu iş sözleşmelerinde bulunan dengesizlikler yatarken çiftçilerin isyanında daha farklı tartışmalar da kendini gösterdi. Almanya’nın birçok şehrine yayılan çiftçi eylemlerinin ardından hükümet, tarım araçlarından alınması öngörülen vergiden vazgeçti.

Grevlerin arkasındaki tek neden, yüksek enflasyon ve alım gücündeki düşüş mü? Grevlerin arkasında yatan faktörler nedir?

Elbette tek neden bu değil, fakat enflasyon önemli bir faktör. Pandemi sürecinden bu yana ücretlerdeki artış enflasyonun çok gerisinde kaldı. Bu Ukrayna krizinden sonra daha da olumsuz bir boyut kazandı. Dolayısıyla emekçi kesimler açısından alım gücü gün geçtikçe azalıyor. Diğer bir gelişme ise demografik dönüşümle birlikte işgücü açığının da artması. Bir diğer faktör ise çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve 35 saatlik haftalık iş talebi. Bu durum grevlerde sadece ücret zammı değil demiryolları grevinde görüldüğü gibi haftalık çalışma saatlerinin azaltılması gibi talepleri de gündem getirdi. Bu talep hizmet sektörü ve havayolları grevlerinde de öne çıktı. Bir başka etmen ise sendikalar ve emekçi kesimler açısından toplu iş sözleşmelerinin gücü. Sendikalar açısından toplu iş sözleşmelerinde on yıllardır gerileme yaşandığı bir gerçek. 1990'lı yılların başında Almanya'da çalışanların yüzde 80'i toplu sözleşme kapsamındayken günümüzde bu oran yüzde 50'nin altına düşmüş durumda.

Üçlü koalisyon hükümetinin yönetim krizi derinleşecek mi?

Gerek sosyal adaletsizliğin güçlenmesinde, ırkçılığın ve aşırı sağın yaygınlaşmasında gerekse grevlerin ivme kazanmasında üçlü koalisyon hükümetinin yönetim krizini göz ardı edemeyiz. Sosyal Demokrat Parti’nin Yeşiller Partisi ve Liberal Parti ile Aralık 2021’de Başbakan Olaf Scholz’un liderliğinde oluşturduğu üçlü koalisyon hükümeti, konjonktüre bağlı olarak derin bir yönetim krizi sürecinden geçmekte. Ekonomi ve toplumda neler olacağı konusundaki belirsizliğin artışıyla birlikte geniş kesimlerin üçlü koalisyona dönük güveni de bir nevi azalmaya başladı. Bu durumdan açıkça büyük oranda aşırı sağcı AfD ile muhafazakâr CDU/CSU partileri faydalanıyor.

Savaş politikaları, Ukrayna’ya destek, ABD’nin arkasına dizilme bu yaşananlarda ne derece etkin?

Rusya’nın Ukrayna'ya saldırısıyla birlikte Şansölye Scholz, Almanya açısından da yeni bir dönüm noktası ilan etti. Ukrayna saldırısının kınanması onay gördüyse de bu süreçten sonra Almanya, salt dış politika açısından değil aynı zamanda mali politikada da askerileşmeyi hızlandırdı. NATO'nun savunma harcamaları için belirlediği hedef bağlamında Almanya, mevcut savunma bütçesinin 100 milyar avro artırılmasını onayladı. Almanya bir yandan Ukrayna'ya silah tedarik ederken Liberal Parti’ye bağlı Maliye Bakanı Christian Lindner, öngörülen tasarruf politikasından vazgeçerek bir savunma fonunun temel yasada yer almasını ilan etti. Bu fon sadece Ukrayna Savaşı'nın süresi boyunca geçerli olacak gibi görünmüyor çünkü savunma fonunun kurulması anayasa düzeyinde kalıcı hale getirildi. Bu nedenle Almanya'nın uzun vadeli olarak ABD'nin yanında, bu sefer özellikle Çin'e karşı, yeni bir Soğuk Savaş'a katılması gerektiği tahmin ediliyor. Bu noktada Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, küresel boyuttaki savaş politikalarında ABD Başkanı Joe Biden’ın yanında olduklarını ifade etti. Peki, Ukrayna savaşının ardından neler olacak? Almanya ve AB'nin böyle bir durumda oynayacağı rol, Avrupa içinde merkezi bir tartışma konusu olmaya devam edecek.

SOL-SOSYALİSTLER YENİ BİR YOL BULMALI

Yeni bir sol dalga yakalanır mı? Sol içindeki ayrışmalar, tartışmalar, grevler-hoşnutsuzluklar trenin kaçırılmasına mı neden oluyor?

Almanya’da Die Linke (Sol Parti) içerisindeki kriz, son aylarda politik arenada tartışılan en önemli gündemler arasında yerini aldı. Birkaç milletvekili ayrılınca parti, federal parlamentoda fraksiyon statüsünü kaybetti. Sol Parti içerisinde son yıllarda başlattığı tartışmalarla daha fazla popülarite kazanan Sahra Wagenknecht, kendi seçim girişimini kurarak Sol Parti içerisinde bir bölünme gerçekleştirdi. Wagenknecht, kendi partisiyle ne amaçladığını 2021’de yayımladığı "Die Selbstgerechten" (Kendine Haklılar) adlı kitabında ifade etmekte. Bu kitapta sözde "yaşam tarzı" solculara karşı eleştirilerde bulundu. Almanya’nın yıllardır "çoğunluğun isteklerinin dışında yönetildiğini" belirtiyor Wagenknecht. Birçok insanın devlete olan güvenini yitirdiğini ve mevcut partilerden hiçbirinin kendilerini temsil etmediğini söyleyen Wagenknecht, yeni partisiyle Almanya’da bir boşluğu doldurmayı amaçladığını ifade ediyor. Wagenknecht, AfD’yi düşünmeye başlayanların, öfke duymalarına rağmen sağcı olmadıkları için bir "ciddi bir adres" bulmaları gerektiğini vurguluyor. Dolayısıyla partisini seçmenler için AfD’ye alternatif bir seçim olarak gösteriyor. Sol Parti içindeki kriz ve bölünme elbette sol-sosyalist perspektiflerde bir çıkmazın ifadesi. Diğer taraftan sol popülist söylemler de Wagenknecht örneğinde görüldüğü gibi hız kazanmakta. Son anketlere göre Wagenkecht İttifakı yüzde yedi oranında.

Yükselen aşırı sağ tehlikesine karşı Almanya'da halk meydanları boş bırakmıyor.

Almanya’yı ne bekliyor?

Avrupa’nın lokomotifi Almanya’yı bu yıl itibarıyla zorlu bir süreç bekliyor. Hem kriz yükseliyor hem de hükümetin krizinden şu an en çok aşırı sağcı AfD ile muhafazakâr gerici CDU/CSU partileri nemalanıyor. Sol-sosyalist alternatifin güçlenmesi bir yandan Wagenknecht’in çıkışıyla diğer taraftan sol alternatiflerin daha iyi politik hatlarda bütünleşmesiyle mümkün. Gerçek olan durum, değişik işkollarında grevlerin ve direnişlerin devam edeceği.