Prof. Dr. Mustafa Türkeş, MİT’in yeni misyonunu ve dış politikaya etkisini anlattı: MİT’e yeni roller veriliyor
İbrahim Kalın’ın MİT Başkanı’ndan öte adeta bir Dışişleri Bakanı edasıyla konuştuğunu kaydeden Prof. Dr. Türkeş, “Dış politikada MİT’e sorumluluk yüklüyorlar. MİT’te büyük bir kapasite artışı yapmak istiyorlar” diyor. İbrahim Kalın’ın MİT Başkanı’ndan öte adeta bir Dışişleri Bakanı edasıyla konuştuğunu kaydeden Prof. Dr. Türkeş, “Dış politikada MİT’e sorumluluk yüklüyorlar. MİT’te büyük bir kapasite artışı yapmak istiyorlar” diyor.
MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın kurumun 97’inci kuruluş yıldönümünde yaptığı uzun konuşma ve tahliller, Türkiye dış politikasının yeni koordinatlarının işaretlerini verdi. ODTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Türkeş, konuşmanın şifrelerini değerlendirdi.
MİT BAŞKANI GİBİ DEĞİL BAKAN GİBİ KONUŞTU
İbrahim Kalın bir MİT Başkanı’ndan öte adeta Dışişleri Bakanı edasıyla konuştu. Ama burada İslamcı gelenekten gelen bütün bürokratlarda var olan bir durum söz konusu. Dönüp dolaşıp Ortaçağ referansları üzerinden bir gelecek planlıyorlar, böyle bir söyleme dayanıyorlar. Kalın’ın konuşmasındaki bir başka dikkat çeken özellik de liberallerden büyük bir etkilenmenin olduğu ve dünya ile ilişkileri Batı/Avrupa merkeziyetçilik üzerinden okumaları. Ancak Batı dediği Avrupa merkeziyetçiliğin adını bir türlü koyamıyorlar. Nedir aslı bu Batı diye söz edilen şeyin; kapitalist sistemdir. Bunun adını koymak yerine kimlikler üzerinden düşünebildikleri için ya da kimliklerin dışında başka bir analiz çerçevesi düşünemedikleri için dönüp dolaşıp her şeyi Batı ve Avrupa merkeziyetçiliği üzerinden inşa ediyorlar. Buna yönelik eleştirileri de yine batı liberallerinden öykünerek yapıyorlar.
GÜÇ TANIMI RESMEN ABD’YE ÖYKÜNME
Yaptığı güç tanımlamasına bakın, öykündüğü şey Josef Nye’nin tanımlamasıdır. Nye, güç tanımlamasını yaparken esas itibariyle ABD’nin, bir emperyalist gücün ne yapması gerektiğini anlatır. Kalın, ABD için önerilen bir güç kavramına öykünmeye çalışıyor. Burada şöyle bir sorun var. Kendi ülkesinin aslında gücünün ne olduğundan habersiz, Türkiye büyük güç değil. Hiçbir zaman da olmadı. Türkiye orta ölçekli bir aktördür ve kendilerine yapabileceklerinin sınırını zorlamak gibi bir hedef koymuşlar. Geçmişte, Davutoğlu döneminde böyle bir merkez güç oluşturma arayışını İslamcılık üzerinden üretmeye çalıştı. Gelinen nokta ortada. Kendilerine sorarsan başarı hikâyesi yazarlar ancak Türkiye açısından baktığınızda başarı demek için iki yalancı şahit bulmak gerekir.
DIŞ POLİTİKADA MİT’E BELİRLEYİCİ ROL VERİLİYOR
Dış politikada MİT’e rol verip sorumluluk yüklüyorlar ve bir kapasite artışı yapmak istiyorlar. Geçenlerde yüksek lisans programı açma karar aldılar, akademi kurdular demek ki MİT’te bir kapasite genişletmesi yapma gayreti içindeler. Burada diğer ülkelere, yapılara öykünmek doğru değil. İsrail için MOSSAD için öyle olabilir çünkü küçük bir devlet, kendisine yaşamsal sorunlar belirlemiş. Böylece herkesi militarize etmeye çalışır, herkese istihbaratçı rolü yükler. Türkiye böyle bir yer değil, Türkiye orta ölçekli bir ülke. İsrail’le karşılaştırılamaz. İktidarın yayılmacı politikaları Türkiye’ye büyük zararlar verdi.
İSTİHBARAT ÜZERİNDEN DOKTRİN OLUŞTURUYORLAR
Bu konuşmada şöyle bir öykünme var. Yaklaşık bir ay önce ABD ulusal güvenlik danışmanı Jack Sullivan kendince Başkan Joe Biden için yeni bir doktrin oluşturdu. Ne kadar bir düşüş içinde olsa da o düşüşü nasıl frenleyeceğini ve yeniden bir kalkış hamlesi yapacağını anlatmaya çalışan bir metindi. ABD büyük bir hegemonik güç. İbrahim Kalın’ın metnine baktığımızda o metne bir öykünme olduğunu görüyoruz. Orada Biden için bir doktrin oluşturuluyor ama bu metinde Erdoğan yok. Burada Türkiye’nin, MİT üzerinden nasıl hareket edeceği anlatılıyor. MİT üzerinden bir gelecek tasarlama söz konusu. Bu AKP içinde nasıl tartışılacak; izlenmesi gereken bir nokta. Son 20 yıldır ne görüyoruz; her bürokrat çıktığı zaman ‘Cumhurbaşkanımızın tensipleriyle’ diye konuşur. Ama burada böyle bir noktanın olmaması, Erdoğan’a değinilmemesi, dikkat çekici bir durum. Bu nasıl yorumlanacak, ne tür bir tartışmaya yol açar; gelecek gösterecek.
Aslında bu tür arayışları diğer ülkelerde de görmek mümkün ama bu ülkeyi nereye götürür meçhul. Ülkeyi MİT mi yönetecek? Bunun çıktısı ne olacak? Bunları düşünmek gerekiyor. İsrail’de bu uygulanır ama İsrail’deki durum çok istisnai. Orta Asya cumhuriyetlerinde de benzer arayış içerisindeler. Orada da böyle yapılanmalar oluşturulmaya çalışılıyor. Türkiye oralarla karşılaştırılabilecek bir ülke değil. Bu bağlamda ne Orta Asya Türkiye’ye ne de Türkiye Orta Asya’ya örnek teşkil eder.
EKONOMİ OLMADAN NASIL OLACAK?
Bir diğer durum da bu metinde ekonomi yok. Davutoğlu’nun ‘Stratejik Derinlik’ kitabında olmadığı gibi burada da yok. Tuhaf bir şekilde Türkiye’nin büyüklüğü üzerinden bir tasarlama var. Metnin bütününe baktığım zaman ikinci olarak vurgulamak istediğim Kalın’ın kendi geleceğini tanımlamak için yazılmış bir dış politika tasavvuru. Davutoğlu da aynısını yapmıştı. 1999’da Türkiye dış politikasında İslami omurga olmadığını iddia ederek 2002’den itibaren AKP içerisinde İslami omurgayı inşa etme rolünü üstlenmişti. Buraya baktığımız zaman da öncekiler kadar İslamcı bir temeli olmasa da bütün bir vurguyu Ortaçağ düşünürleri üzerinden yapıyor. Kendince bir düzen tanımı yapıyor. Bunu yaparken de belirsizlik var. Bu belirsizliği bir fırsat olarak tanımlıyor.
ABD’YE GÖZ KIRPIYOR
Dünya düzenindeki belirsizliği tanımlarken ABD’nin kendilerine göz kırptığı gerçeğini söylemese de bundan hareket ettiğini düşünüyorum. Sullivan’ın metni iyi okunursa satır arasında ittifak sisteminin yeniden düzenleneceğinden bahseder. Baktığınız zaman ABD’nin bir göz kırpmasından bahsedilebilir. Türkiye de bunu böyle yorumluyor. Ukrayna Savaşı meselesinde Kalın’ın yaptığı şey iki tarafı da suçlamaktı. İkisi arasında eşit suçlama yaptı. Rusya’nın açıklamasına baktığınızda der ki “Biz hazırdık, Türkiye’de yapılan antlaşmayı imzalayacak noktadaydık. İngiltere’nin o dönemki başbakanı bunu bozdu ve Ukraynalıların imzalamasını önlendi.” Dünya genelinde kabul görmüş bu gerçekliği Kalın ilginç bir şekilde ABD’nin pozisyonuna yaklaşarak tavır belirliyor. Kalın, tekrar ABD ile ilişki kurmak istiyor. Bu da Türkiye içinde ittifak sisteminin yeniden oluşturulmasına ilişkin durumu ortaya çıkarıyor. Liberaller ve İslamcılar yeniden ittifak arayışında. Bu denklemde Kürt bağlamı oturtulmaya çalışılıyor.
TÜRKİYE KENDİNİ BATI’DA KONUMLANDIRIYOR
Mayın tarama anlaşmasının içeriğine baktığınızda şunu görürsünüz; sanki Türkiye hem ABD’ye hem NATO’ya karşı pozisyon alıyormuş gibi. Ama gerçek böyle değil. Türkiye’nin imzaladığı mayın tarama anlaşması, NATO bağlamına cuk diye oturan bir şey. İbrahim Kalın’ın yaptığı analiz Türkiye’nin NATO ile nikah tazelemeye arayışına gireceği. Metinde Türkiye’ye haksızlık yapıldığından bahsediliyor.
ORTADOĞU’DA DURUM DEĞİŞMEYECEK
Ortadoğu için yaptıkları analizde şöyle belirsizlikler var. Filistin meselesini ele alırsak; görkemli bir şekilde etkili olacağız dediler ama Suudi Arabistan kadar bile olamadılar. Böyle bir açmaz var. ABD’ye sinyaller gönderiliyor, sinyaller alınıyor ancak Ortadoğu’da çıkarlar çakışabiliyor. Tatsız durumlar devam edecektir. Mevcut politikada büyük bir değişiklik beklemiyorum. Türkiye de orada kalıcı olmak istiyor, bunun mekanizmalarını üretmek istiyor. ABD ise diyor ki ‘ben Türkiye üzerinden değil oradaki yerel güçler üzerinden ittifak sistemi oluşturacağım.’ İkisi de çelişkili durumlar ama Rusya’ya karşı pozisyon alma ihtiyacı duyduğu zaman Türkiye’ye de yeşil ışık yakabilecek. Ama bu bir yanılsama. Tarihsel örnekler bunu gösteriyor.
YENİ DOKTRİN PROAKTİF
MİT doktrini diyebileceğimiz tasarıya baktığımız zaman Türkiye’nin dış ve iç politikada çok daha etkili bir rol oynayacağını gösteriyor. Diğer kurumların MİT’le olan ilişkisini yeni çelişkiler döngüsüne taşıyabilir. MİT’in bu denli etken olması kendi görev tanım sınırlarının dışına çıkartabilir. Bu da farklı güç merkezleri arasında çelişkiler ortaya çıkabilir. Bunlar neye yol açar çok belirsiz.
ERDOĞAN SONRASINA HAMLELER
Erdoğan, böyle bir metnin yayınlanmasını çok ister miydi emin değilim. Böyle bir konuşmayı kendi yapmayı tercih ederdi diye düşünüyorum. Bu, Erdoğan sonrasını biçimlendirmek isteyenlerin istediği bir şey olabilir ama Erdoğan’ın bundan habersiz olduğu anlamına gelir mi, kuşkuluyum. Erdoğan’ı her şeyden muktedir düşünmemek gerek. Bu, son İBB adayını tanıtırken Kızıldeniz’le ilgili yaptığı konuşmada bir kez daha ortaya çıktı.
KALIN-FİDAN ORTAK KOORDİNASYON İÇİNDE
MİT Başkanı Kalın ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın kendi içlerinde birbirlerinden haberdar olduklarını düşünüyorum. Dışişleri ile MİT’in karşı karşıya değil de yan yana durduğu bir metin olarak düşünüyorum. İbrahim Kalın, bu metni bütün bu girişimi doktrin etme çabası içerisinde. Bunu yaparlarken de liberalleri yanlarına çekmek istiyorlar. Türk-İslam sentezcileriyle ittifak içinde olmak istiyorlar. Batı’ya karşı bir pozisyon almak yerine nikah tazelemek istiyorlar. “Kutsal ittifak” dediğim şeyi yeniden üretmek istiyorlar. Onu üretmek için İslamcı vurguyu o kadar ön planda tutmayabilir ama İbrahim Kalın ya Ortaçağ düşünürleri üzerinden referans veriyor ya ABD emperyalizminin liberal düşünürlerine referans veriyor. Geçmişte Davutoğlu yapıyordu bunu şimdi ise Kalın. Bu metni hazırlık başlangıcı olarak görüyorum. Metinde yüzüncü yıl cumhuriyet lafından öte Atatürk’e bir referans niteliği yok. Davutoğlu’nun devamı niteliğinde. Davutoğlu’yla büyük bir çelişki içerisinde değil. Yeni Osmanlıcılığın başka bir versiyonu olarak tanımlanabilir.
AVRASYA’YA DEĞİL BATI’YA MESAJLAR VERİLİYOR
Rusya, Çin, Avrasya’dan çok bahsedilmiyor. Diyorlar ki; doğu batının, batı doğunun alternatifi değil. Biz herkesle iyi geçineceğiz. Ama bu metin Batı’yla ilişkiyi yeniden canlandırmayı ifade ediyor. Çünkü Çin ve Rusya diyor ki biz bu uluslararası düzeni BM’yi daha iyi çalıştırarak yapacağız ama ABD diyor ki bu mekanizma benim çok işime yaramıyor. Dünya ticaret örgütünden tutun birçok şey benim aleyhime çalışıyor. Ben bunu revize edeceğim diyor. Metin de yönünü Batı’ya çeviriyor.