Merkez Bankası’nın bilançosunda “net hata noksan” diye bir kalem var, ülkeye yurtdışından kaynağı belirsiz döviz girişini gösteren bu kaleme baktığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor: 1980’den 2002’ye kadar bu kalem sıfıra tekabül ediyor, yani, kaynağı ve kim tarafından ülkeye sokulduğu belli olmayan bir para yok. 2002’den bugüne kadar geçen sürede ise “net hata noksan” olarak kaydedilen miktar tam 40.9 milyar dolar, yani kim olduğunu bilmediğimiz birileri sisteme son on dört yılda çok yüklü miktarda döviz sokuyor. Ülke tarihinin en çok kaynağı belirsiz para girişine ise geçen yıl rastlıyoruz, tam 11 milyar dolar. Bu paranın sahibi kim/kimler, bu kadar yüklü miktarı Türkiye’ye hangi niyetle sokuyorlar, bir ülkenin ekonomisi böylesine büyük kayıt dışılıkla daha ne kadar idare edilebilir, bunlar birer soru olarak karşımızda duruyor.

•••

“Havuz medyası”na neden böyle denildiği unutulmuş olabilir, hatırlatalım. İddiaya göre rejimin propaganda aygıtı olarak çalışan bu televizyon kanallarının, gazetelerin, radyoların, dergilerin finansmanı, yandaş işadamlarının oluşturduğu gayriresmi bir fonda toplanan paralarla sağlanıyor. Aslında tek bir “patron” var ve işadamları bu medyaya vekâleten sahiplik yapıyor. Bunun karşılığı ise devasa kamu ihalelerini almak oluyor. Dolayısıyla ortada paralel bir vergilendirme, daha doğrusu bir “haraç” mekanizması var. Devletten ihale almak istiyorsan, rejimi resmi olmayan yollardan fonlayacaksın, haracını ödeyeceksin, aldığın ihaleyle de semireceksin. Kayıt, yasa ve ahlak dışı bir mekanizma söz konusu yani.

•••
Kamuoyunda da çok konuşuldu, biz de yazdık, artık bir “Varlık Fonu”muz var. Bir gecede kamu bankaları, şirketleri, arsaları, arazileri, bizzat devlet tarafından kurulan bir anonim şirkete devredildi ve tepesine de “başdanışman”lardan biri geçirildi. Böylece ortaya, kamunun kaynaklarını kullanan ama piyasa ekonomisi çerçevesinde hareket eden, Sayıştay’ın ve parlamentonun denetleyemediği, sınırsız hareket yetkisine sahip, bilim-kurgu filmlerindeki gibi devasa bir holding, bir şirket-devlet kompleksi çıkmış oldu. Türkiye’nin nereden ve nasıl yönetildiğini bildiğimize ve fonun yönetim kuruluna atananları tanıdığımıza göre gerçek patronun kim olduğu da belli. Artık Hazine’yi bile gölgede bırakacak ve bütünüyle şahsileşmiş ikinci bir Hazine var. Vergi vermeyecek, denetlenemeyecek, hesap sorulması imkânsız ikinci bir Hazine.

•••
Referanduma doğru gidilirken, bu işleri iyi bildiğinden emin olduğumuz isimlerin iddiaları havada uçuşuyor, “kontrollü kaos”tan, silah eğitimi verilen esnaftan, belediye kadrolarına zabıta olarak alınan ve silah taşıma yetkisiyle donatılan eski özel harekâtçılardan, “Halk Özel Harekât” adı altında askercilik polisçilik oynamaya hevesli paramiliter nitelikli grupların kurulduğundan söz ediliyor, bunların haberleri gazetelere yansıyor. Bir yandan yasadışı ve paralel birtakım silahlı örgütlenmelerin tohumları atılırken, öte yandan devletin askeri ve polisi, devletin olmaktan çıkıp rejimin askerleri ve polislerine dönüşüyorlar. Askerin ve istihbaratın tepesindeki isimler rejimin tepesindeki isimle birlikte umre ziyaretlerine katılıyor, namaz kılarken pozlar veriyor, biat seremonilerine girişiyor.

•••
Sayıştay hükümetin harcamalarını fiilen denetleyemiyor, bu denetleme raporları Meclis’e getirilmiyor. Anayasa Mahkemesi, anayasaya aykırı KHK’leri iptal etmiyor, anayasa denetimi artık fiilen yok. Örtülü ödenekten yapılan harcamalar “makul” sınırların çok ötesine geçmiş durumda ve hesap soracak tek bir kurum dahi bulunmuyor. Anayasaya göre tarafsız olması gereken kişi, o tarafsızlık adına kendisine verilen kamu olanaklarını şahsi seçim kampanyası için kullanıyor ve YSK’den açıklama dahi gelmiyor. Ülke hükümet ve Meclis tarafından değil, doğrudan Saray’dan ve danışmanlar kadrosu tarafından yönetiliyor. Paralel maliye, paralel bütçe, paralel hazine, paralel güvenlik, rejimin yönetim teknolojisinin aygıtları olarak karşımızda duruyor.

•••
Denetimsizleştirme, kayıt dışına çıkarma, kanunsuzlaştırma, anayasasızlaştırma… Hepsi referandumda anayasal statüye kavuşturulmak istenen rejimin ana eğilimlerine işaret ediyor. Anayasaya, kanunlara, geleneklere ve içtihatlara dayanarak yöneten devlet biçimi, yani “normatif devlet”, yerini anayasadan, kanundan, denetimden, kontrolden, denge-fren mekanizmalarından azade, şahsileşmiş bir devlet biçimine bırakıyor. Şahsi vergi mekanizmaları, şahsi hazinesi, şahsi medyası, şahsi güvenlik ve istihbarat aygıtı olan, anayasanın ve hukukun dışında duran bir tek adam rejimi kendisini onaylatmak için referanduma gidiyor. İlla bir isim vermemiz gerekiyorsa, “Reis Devleti” olarak adlandırabileceğimiz bu rejimin inşasında referandum bir milat olma niteliği taşıyor. Oylayacağımız şeyin ne olduğunu ve neden “Hayır” denmesi gerektiğini halka doğru bir şekilde, örgütlü bir şekilde, sabırlı bir şekilde anlatmak gerekiyor.