Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz, Cumhuriyet gazetesine düzenlenen operasyonla Türkiye’de ifade özgürlüğüne ilişkin ‘kırmızı çizgi’nin bir kez daha aşıldığını belirtti. Başbakan Binali Yıldırım “kardeşim senin çizginin üzerine bir çizgi de biz çizeriz. Bize kırmızı çizgiyi millet çizer” diyerek verdiği cevabı “basın özgürlüğünü sizden öğrenecek değiliz” ile taçlandırdı. Bu ‘hadi oradan diplomasisi’ uluslararası bir ciddiyet taşımıyor olsa da, tarafların çıldırma düzeyini tespit etmek konusunda güvenilir bir veri. Dünya ile iletişimini külhanbeyi tarzında sürdürmeye kararlı devletimizin kanalı TRT’de, daha önce Türklere hakaret eden ırkçı AP milletvekilini salondan kovduğu için taktir edilen Schulz’a bu kez, ifade özgürlüğü konusunda iki kelam etti diye, ‘çocuk tecavüzcüsü’ imasında bulunuldu. Çünkü ilkesizlik cahiliye döneminin kutup yıldızıdır.

Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü, hazırladığı ‘Basın Özgürlüğü Düşmanları’ listesine bu yıl Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da girdiğini duyurdu. Türkiye’de en az 130 gazetecinin hapiste olduğunu ve 140 medya kuruluşunun kapatıldığını açıklayan RSF baskının, sonuçları Erdoğan’ın istediği gibi olmayan 7 Haziran seçimlerinden sonra şiddetlendiğini ve darbe girişiminin ardından da belirgin bir şekilde çoğaldığını belirtti. Listede Erdoğan’ın adı Putin, Sisi ve Suudi Arabistan Kralı Abdülaziz’le birlikte yer alıyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyona neden olarak gösterilen suçlamaları ‘saçma’ diye nitelendirirken amacın, kalan birkaç muhalif sesi de susturmak olduğunu söylüyor. Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) taraf olduğunu hatırlatan HWR, ifade özgürlüğü, yargıya erişim ve güvenlik gibi birçok hak güvencesinin açık bir şekilde ihlal edildiği konusunda uyarıyor. AİHS’nin OHAL’e rağmen Türkiye için bağlayıcı olmaya devam ettiğini hatırlatan Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland’a göre, OHAL kapsamında aşırıya kaçılması halinde Türkiye çok sayıda davayla karşı karşıya kalabilir. Başbakan Binali Yıldırım ise bütün bu eleştirileri tek bir cümleyle göğüslüyor. “Basın özgürlüğünün ne demek olacağını sizden öğrenecek değiliz!”

Cumhuriyet gazetesine başlatılan operasyonun gerekçesi, ‘FETÖ ve PKK terör örgütlerine üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek’. Yıllar önce, “tehlikenin farkında mısınız?” diye sorduğunda dalga geçilen; Fetullahçılarla ilgili haber ve yazıları yargı kararlarıyla sansürlenen Cumhuriyet’i FETÖ’cü ilan etmek için mantıktan yoksun olmak gerek. Suça gerekçe atılan başlık, seçilen kelime, yazılan haber sayılınca, hasılı ortada elle tutulur bir suç iddiası olmayınca, insan Başbakan Yıldırım’ın “bırakalım yargı işini yapsın, saygı duyun” sözünü nereye koyacağını bilemiyor. Bununla birlikte gazetenin yazar ve yöneticilerinin gözaltına alındıklarının üçüncü gününde, soruşturmayı yürüten savcı Murat İnam’ın Fetö davası sanıklarından olduğunun ortaya çıkması başta yargıya saygı isteyen Başbakan olmak üzere Adalet Bakanının da izahına muhtaç bir mesele. ‘Darbeye teşebbüs, suç uydurma ve suç delillerini yok etme suçlamalarıyla yargılanan savcı İnam, görevinden uzaklaştırılmayan 5 kişiden biri. Hayatlarını Fetullahçı yapılanmanın tehlikelerini yazmaya adamış gazetecileri Fetö’cü olmakla suçlayan savcının aynı örgütten yargılanıyor oluşu tam bir hukuk garabeti. Haberi yapan gazeteci Barış Pehlivan hakkında da, jet hızıyla ‘terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek’ iddiasıyla soruşturma açıldığını ekleyelim.

İktidar için, sağdan soldan yükselen basın özgürlüğü eleştirilerinin, hazırlanan raporların, oluşturulan listelerin elbette ki bir değeri yok. İftira, tehdit ve hedef gösterme gibi yöntemlerle değil sadece gazeteciye, insana yakışmayan hal ve tavır içindeki kişilerin ekranlarda ahkam kestiği, köşelerde kalem oynattığı, sosyal medyada trol estirdiği Türkiye’de sağduyu, bilgi, fikir tamamen sesini kessin diye gaza basıldı. Çocukların Kürtçe masal dinlediği televizyon kanalından, ana babalarının türkü dinlediği radyodan çekinildiği günlerdeyiz artık. “Susma, sustukça sıra sana gelecek”, sloganını “bekleyecek zaman kalmadı” diyerek revize etme zamanı. Dün Özgür Gündem, bugün Cumhuriyet; dün Aslı Erdoğan-Necmiye Alpay, bugün Kadri Gürsel, Aydın Engin; dün liseler, bugün üniversiteler... İktidar, kendisi dışında kimseye, hiçbir kuruma, hiçbir düşünceye yaşam hakkı tanımamaya kararlı. Bugün Cumhuriyet, yarın Birgün; bugün Gültan Kışanak-Fırat Anlı, yarın Aziz Kocaoğlu-Özlem Çerçioğlu; bugün HDP, yarın CHP... Ayrı düşecek zaman değil. Demokraside birleşmekten başka şansımız yok.