Nilgün Cerrahoğlu’nun yaptığı “demokrasi tramvayı” benzetmesi epeyce yazıya konu oldu… İstenildiği zaman binildiği, istenildiğinde inildiğini gösteren bu benzetme Erdoğan’ın demokrasi anlayışını iyi özetlemiş, 2002’den buyana süren iktidarı da bu özetin ne anlama geldiğini göstermişti. Demokrasi tramvayından ilk anlaşılan, demokrasinin “sandık” tan ibaret oluşuydu!… Sandık “namus” olurken sandığa laf etmek de namussuzluğa denk geliyordu!… Sandıktan kuşku […]

Nilgün Cerrahoğlu’nun yaptığı “demokrasi tramvayı” benzetmesi epeyce yazıya konu oldu… İstenildiği zaman binildiği, istenildiğinde inildiğini gösteren bu benzetme Erdoğan’ın demokrasi anlayışını iyi özetlemiş, 2002’den buyana süren iktidarı da bu özetin ne anlama geldiğini göstermişti.

Demokrasi tramvayından ilk anlaşılan, demokrasinin “sandık” tan ibaret oluşuydu!… Sandık “namus” olurken sandığa laf etmek de namussuzluğa denk geliyordu!… Sandıktan kuşku duymak milli iradeye karşı gelmekti… Öyle ki, demokrasi bundan ibaret değil demek bile milli iradeye saygısızlık oluyordu.

İkinci anlaşılan da, sandıktan çıkanın demokrasiyi de, hukuku da istediği gibi tanımlama özgürlüğü olduğuydu!… Anayasa ve yasalar buna imkan vermiyorsa kolayı vardı; anayasa değişir, yasalar isteğe göre yeniden yazılırdı.

Kazanan hepsini alır diyordu iktidar! 

Böylece 2002’den bu yana kazanılan her sandık zaferi, iktidarın yönetmekle kalmayıp demokrasinin ilkeleri, kurumlarını yeniden tanımlama özgürlüğünü de genişletmek anlamını taşıdı.

19 yıl içinde parlamenter demokrasiden “başkancı sisteme” geçtik; tarafsız cumhurbaşkanının yerini “partili başkan” aldı; parlamento millet temsilcisi olmaktan çok cumhurbaşkanlığı kararlarını “onaylama” makamı haline geldi; yasama ve yürütme tek adamda toplanırken yargı erkinin bağımsızlığı rafa kalktı; dini ve muhafazakar değerler “iktidar” yapılırken, laiklik de “İslami kuralların dayatılmaması” anlamına gelir oldu!

İçki içebiliyor, mayo giyebiliyor, başı açık dolaşıyorduk ya; laiklik başka neydi ki!

Aslına bakılırsa bu halkın en azından yarısının yapılan değişiklikleri istemediği gibi demokrasiye de uygun bulmadığı ortadaydı. Yine de, ellerinde kalan tek araç sandıksa, demokrasiyi yaşatmak için sandığı yaşatmak gerektiğini bildiklerinden kabullendiler… Demokrasinin sandıktan ibaret olmadığına inansalar, sandığın “fetişizm” haline getirilmesini doğru bulmasalar da kabullendiler…

En son başkanlık referandumunda YSK’nin mühürsüz oyları geçerli sayması gibi hukuka aykırı bir duruma isyan ettiklerinde bile, demokrasiye güvenip  gelecek “sandıkları” beklediler.

“Atı alan Üsküdar’ı geçti” laflarının hoyratlığına karşılık verecekleri günleri beklediler.

Şimdi tramvay demokrasisi “son durağa” gelmiş görünüyor!… Kazanıldığında “namus” olan sandık şimdi şaibeyle suçlanmakta.  Ne var ki, onlar “sandık fetişizmini” bitirmiş olsalar da, demokraside bu duraktan ötesi yok!…

Kuşkusuz demokrasi adına tepe tepe kullandıkları tek araç olan sandığı toptan yok saymaları beklenemez. Bugüne kadarki iktidarlarının ve bu ülke için sivil darbe niteliğini taşıyan yaptıkları kökten değişikliklerin tek meşruiyeti bu sandıklarda!…

O nedenle sandık ve milli irade başka bir biçimde sonuç verdiğinde yapacakları tek şey seçimi gayri meşrulaştırmak!… Bugün yaptıkları da o!.. Kazandıkları yerlerde sorun yokken, kazanamadıkları yerlerde, yok, geçersiz oylar, yığma oylar varmış, organize suç işlenmiş, itiraz ise yasal hakmış, sorun yoksa CHP neden sabırsızlanıyormuş, mazbata fetişizmi de neymiş gibi türlü lafazanlıklarla şaibe algısı yaratmaya çalışmaktalar.

Lafazanlığın ötesi de var kuşkusuz. Güneydoğu’da KHK ile işten çıkarılanların kazandıkları seçimler yok sayılıp, arkasından gelen adaya görev veriliyor. YSK’nın son marifeti bu!… Torbada bundan ötesinin bulunduğuna da kuşku yok.

Yine de, iktidara, seçim sürecinde ve sandıklarda iktidarın yasal ve fiili üstünlüğü bu kadar ortadayken muhalefete “sandık suçu” yüklemenin inandırıcı olmaktan çok “suç icadı” olarak göründüğünü, seçim sonuçlarını yok saymanın da “sandığa kurşun sıkmak” anlamını taşıdığını söylemek zorundayız.

Dolayısıyla son bir umut var. O umut da,  AKP’nin, varlığını borçlu olduğu sandığın, sandığa olan güvenin ortadan kalkmasının kendisi için de tehlikeli olduğunun farkına varıp demokrasinin son durağından inmemesi…