Ortalama her yıla bir seçimin düştüğü “yeni Türkiye”de, amiyane tabirle söylemek gerekirse toplum bizzat iktidar eliyle “seçim manyağı” yapıldı. Bu ise hem teorik hem pratik olarak siyaset ve muhalefet üzerinde çok ciddi bir tahribat yarattı. İktidar ilk olarak, demokrasiyi ve siyasal katılımı sadece düzenli periyodlarla sandığa gidip oy vermeye indirgedi ve bunun dışındaki her türlü […]

Ortalama her yıla bir seçimin düştüğü “yeni Türkiye”de, amiyane tabirle söylemek gerekirse toplum bizzat iktidar eliyle “seçim manyağı” yapıldı.

Bu ise hem teorik hem pratik olarak siyaset ve muhalefet üzerinde çok ciddi bir tahribat yarattı.

İktidar ilk olarak, demokrasiyi ve siyasal katılımı sadece düzenli periyodlarla sandığa gidip oy vermeye indirgedi ve bunun dışındaki her türlü siyasi faaliyeti kriminalize etti, suç olarak gösterdi. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL’le birlikte, sokak bir siyaset mekânı olmaktan çıkarıldı, her türlü sokak eylemine “terör” damgası vuruldu ve neredeyse mutlak bir sessizlik tesis edildi.

İkincisi, iktidar devletleşmiş bir parti olarak, başta 7 Haziran ve 31 Mart olmak üzere seçim mekanizmasına öyle müdahalelerde bulundu ki, seçim sonuçlarını tanımamaktan YSK’yi kendi aygıtı haline getirmeye uzanan bir genişlikte yapılanlar “bunlar seçimle gitmeyecekler” algısını umutsuzluğu güçlendirecek bir şekilde topluma yerleştirdi.

Üçüncüsü, iktidarın ittifaklar siyaseti karşı ittifakların kurulmasıyla sonuçlandı ve bu da programlarını, ilkelerini ve aralarındaki siyasal ayrımları gözardı eden, tek hedefi iktidarı bir şekilde geriletmek olan ama iktidarın sandık siyasetine eklemlenmiş, şekilsiz bir muhalefeti beraberinde getirdi.

Böylece “sağ-sol bitti” sözünde sembolleştiği üzere siyaseti ve muhalif kitleleri ideolojisizleştiren ve siyasetsizleştiren bir siyasi tablo ve her sandık yenilgisinden sonra daha da geriye çekilen bir seçmen profili ortaya çıktı.

Dördüncüsü, sosyalistler de bu tablodan etkilendi ve çok daha temel ve önemli meseleler varken, seçimlerde takınılacak tutum, herhangi bir partiye verilip verilmeyecek destek, herhangi bir ittifakın parçası olunup olunmayacağı gibi meseleler tartışma ve ayrışma başlıkları haline geldi. Bu ise solun bağımsız bir güç olarak Türkiye siyasetindeki yerini almasını güçleştirirken iktidar perspektifini yitirmesini hızlandırdı.

Seçme hakkının alenen gasp edildiği, seçmen iradesine darbe yapıldığı bir seçimin tekrarı artık gelip çatmış durumda. Muhalefet, kurallarını ve hatta sonucunu karşı tarafın belirlediği bir sandık oyununa, itirazsız ve sorgusuz bir şekilde, örneğin “mevcut YSK ile seçime gidilemez” bile demeksizin, bir kez daha dâhil oldu.
Bunun sonuçlarını göreceğiz. Evet, son üç beş gündür çok daha net gözlemlenebildiği üzere iktidarda bir akıl dağılması var, muhalefetin morali yüksek. Öte yandan son mektup hadisesinin gösterdiği üzere nasıl ki “Osmanlı’da oyun bitmez”se yeni-Osmanlı’da da oyun bitmiyor, ikinci bir yenilginin ne anlama geldiğini bildikleri için pes etmiyor, şapkadan çıkaracak tavşanlar aramaya devam ediyorlar.

Bugün seçimden nasıl bir sonuç çıkarsa çıksın, yarın Türkiye aynı Türkiye olmayacak. Türkiye’de hala bir seçim sandığının olup olmadığından tutun da iktidarın seçimle gidip gitmeyeceğine, S-400’lerin alınıp alınmayacağından tutun da IMF’yle yeni bir anlaşma yapılıp yapılmayacağına dair pek çok mesele 24 Haziran itibariyle ülkenin gündemini oluşturacak. Rejim de düzen de yeni krizler yaşamaya devam edecek.

Bizim ise, tüm bunlar olurken sokağı ve kamusal alanları yeniden muhalefet mekânları haline getirmenin, sandığı göz ardı etmeyen ama sandığa indirgenmeyecek siyasal katılım ve pratikleri inşa etmenin, sınıf eksenli, bağımsız ve güçlü bir solun siyaset sahnesindeki yerini almasının olanakları ve zemini üzerine düşünmemiz gerekecek. Çünkü aksi bu çarkın ilanihaye böyle dönüp durması anlamına gelecek.