Sanıklar  ve yargıçlar

Yargılananlar arasındaki en yaşlısı olan uzun boylu, mavi gözlü, dalgalı saçlı adam ayağa kalkıp “Ben bir Marksistim” diye söze başladı. Sonra aynı çizgide devam etti:
»Marksist şairim. Yabancı antolojilere girmiş iki Türk şairden biriyim. Marksizmin iki kolu vardır, biri sosyalizm diğeri komünizm.

Savcı Şerif Budak söz alarak “burada komünizm propagandası yapılıyor” dedi:
»Susturmanızı rica ederim.

Hakim Kazım Yalman sanığa dönerek “buraları geç” diye uyardı. Fakat sanık geçmedi:
»Ben sosyalist değil komünistim. Bu bende bir ideal. Kimseyi askeri isyana teşvik etmedim. Hem bir memlekete komünizm böyle gelmez. İki askeri okul öğrencisini kandırmakla gelmez komünizm.

Sanık sanki yargılanmıyor, yargılıyordu:
»Emniyetten gelen rapordan bahsediliyor. Ben bizim için raporlar düzen birini tanıyorum Emniyetten, bir gün bana dedi ki; ‘Yirmi beş lira verirsen bana seni önümüzdeki 1 Mayıs’ta içeri almam!

•••

Uzun boylu, mavi gözlü, dalgalı saçlı sanık bu bilgiyi de verdikten sonra arkasına döndü yan yana dizilmiş gencecik öğrencileri eliyle göstererek “yazık bu çocuklara” dedi:
»Yakmayın bunları, hiçbir suçları yok bunların. Ben de suçsuzum. Aleyhimde bir komplodur bu!

Hâkim Kazım Yalman “bu kadar mı?” diye sordu.

Sanık “küçük bir nokta var” diyerek konuşmasını sürdürdü:
»Bir iki oturum önce (hâkimlerden birini göstererek) beyefendi benim bıyıklarıma takıldılar. Bıyıklarımla oynuyorum. Hücremde huy edindim bunu. Mahkemeye hakaret gibi bir kastım yok. Ama bakıyorum daha duruşmanın ilk gününden beri beyefendi hep tespih çekiyor. Bir mahkemede bıyıkla oynamak hakaret sayılırsa, tespih çekmenin de hakaret sayılması gerekmez mi?

Bu sözlerin muhatabı birden suçüstü yakalanmış olmanın telaşı içinde tuhaf hareketler yapmaya başladı. Önce tespihi öbür eline aldı, cebine soktu, çıkarttı diğer cebine soktu, yüzü kıpkırmızı olmuştu. O anda eğer imkânı olsaydı küçülüp sandalyesinin üzerinden aşağıya doğru bir yılan gibi kıvrılarak kaybolmak isterdi. Diğer üyeler de ona bakıyorlardı. Ezilmişti.
Uzun boylu, mavi gözlü, dalgalı saçlı sanık ise dimdik ayaktaydı, heyecandan ve kızgınlıktan dudakları titriyordu. İki yana sarkmış kolları, ceketinin bitim hizasında iki balyoz olmuş yumrukları, kürsüleri parçalayacak güçte görünüyordu. Haklıydı, gücünü de buradan alıyordu.

Tarih 29 Mart 1938, günlerden Salı idi.

Uzun boylu, mavi gözlü, dalgalı saçlı sanık Nazım Hikmet, birlikte yargılandığı gençler ise Harp Okulu öğrencileri A. Kadir Meriçboylu, Şadi Alkılıç, Naci Fişek, Ömer Deniz, Necati Çelik, Orhan Alkaya idi.

Mahkeme önceden verilmiş kararı orada açıkladı. Nazım Hikmet’e 15 yıl ağır hapis cezası verdi. Diğerlerine yaşları ve suçun (isyanın) gerçekleşmemiş olması nedeniyle 7 ile 5 yıl hapis, bazılarına da delil yetersizliğinden beraat kararı verildi.

O yıllarda Hâkim Kazım Yalman ve savcı Şerif Budak çok meşhurlardı.

Şimdi onları hatırlayan, adlarını bilen var mı?

Tarih onları silip attı.

En önemli referansları “Nazım Hikmet’i yargılayıp mahkûm etmek” olan kara bir belgeden öteye gidemedi yıllar boyu…
Dava tamamen uyduruk bir gerekçeye dayanıyordu. Harp Okulu öğrencileri Nazım Hikmet’in piyasada satılan şiir kitaplarını almışlar ve okuyorlardı. Bundan Nazım’ın haberi bile yoktu. Öyle ya, bir yazar şair kitaplarının kimler tarafından alınıp okunduğunu bilebilir mi?

•••

Karanlık yıllardı. Devletin başında bulunanlar Nazım’ı hapse atmak için karar vermişlerdi. Bulabildikleri tek belge öğrenci dolaplarındaki şiir kitapları olmuştu. Buradan gerçeküstü bir dava çıkarttılar:
»Nazım Hikmet orduyu isyana teşvik etmektedir!

Bu isyan da nasıl olacaktır?
Onun kitaplarını okuyan öğrenciler, okulu bitirip subay olacaklar, kıtaya gidecekler, birliklerini örgütleyip isyana hazırlayacaklar, en sonunda da hükümeti devirip ülkeye komünizmi getireceklerdir!

Avukat Saim Dora mahkemede “Savcı devamlı olarak beş yıl sonra şöyle olacak on yıl sonra böyle olacak deyip duruyor” diyerek savunmasına başlıyor:
»Ördek Ali hikâyesine benziyor bu… Arkadaşları bir gün Ördek Ali’nin de bulunduğu ortamda bugün hava bulutlu demişler. Ali vay sen bana ördek dedin diye ortalığı ayağa kaldırıyor. İtirazları hiç dikkate almıyor. Bulutlu havada yağmur yağar, göl olur, gölde ördekler yüzer. Siz bana ördek dediniz.

Avukat Saim Dora bu örneklemeden sonra şöyle devam ediyor:
»Bu çocuklar okulu bitirecekler, kıtalara dağılacaklar, orada teşkilat kuracaklar, orduda komünizmi yayacaklar, sonra silaha sarılacaklar, hükümeti devirip idareyi ele alacaklar. Savcının iddiası da Ördek Ali’ninkine benziyor.

Aradan 80 yıl geçti. Nazım Hikmet’i hapse atmak için uydurulan gerekçelere rahmet okutacak iddianamelerle gazeteciler yargılanıyor, hapislere atılıyor, oralarda tutuluyor.

Tarih yine aynı şekilde tecelli edecek: Nazım Hikmet’leri A. Kadir’leri, bir yana yazacak, Ördek Ali iddianamelerini yazanları öbür yana…

Tarih yine aynı şeyi yapacak, Ahmet Şık, Kadri Gürsel, Murat Sabuncu, Akın Atalay, Musa Kart, Turhan Günay, Güray Öz, Mustafa Kemal Güngör, Bülent Utku, Hakan Kara ve Önder Çelik’i Nazım Hikmet’lerin yanına yazacak… Diğerleriniyse silinip atılacaklar sayfasına...!