2010’dan bu yana bazen yılda iki seçim olmak üzere bir seçim tünelinde yaşıyoruz… Eylül 2010’da Anayasa değişikliklerine ilişkin referandum; Haziran 2011’de genel seçimler; Haziran 2014’den önce yerel seçim, ardından Ağustos 2014’de Cumhurbaşkanlığı seçimi olarak iki seçim; 2015’de Kasım ve Haziran 2015’de olmak üzere iki genel seçim; Nisan 2017’de başkanlık sistemiyle ilgili referandum ve nihayet 31 […]

2010’dan bu yana bazen yılda iki seçim olmak üzere bir seçim tünelinde yaşıyoruz… Eylül 2010’da Anayasa değişikliklerine ilişkin referandum; Haziran 2011’de genel seçimler; Haziran 2014’den önce yerel seçim, ardından Ağustos 2014’de Cumhurbaşkanlığı seçimi olarak iki seçim; 2015’de Kasım ve Haziran 2015’de olmak üzere iki genel seçim; Nisan 2017’de başkanlık sistemiyle ilgili referandum ve nihayet 31 Mart 2019’da yapılacak yerel seçimler…

Üstelik seçim tünelinin anlamı da büyük; her seçim AKP iktidarı gibi ona karşı olanlar için de bir hayat memat meselesi!… 31 Mart’taki yerel seçimlere de kimsenin salt yerel seçim olarak bakmadığı ortada…

Yani, şu “beka” lafı boşuna ortalıkta dolaşmıyor.

AKP ve Erdoğan için, 2010’daki Anayasa değişiklikleriyle daha net ortaya çıktığı gibi, yetkinin merkezde, tek adamda toplandığı otoriter bir başkanlık sistemi ile ılımlı İslam’a dayalı bir toplum projesi temel hedefler ve her seçim hem iktidarını hem hedeflediği sistemi kurumsallaştırma yolunda yeni bir adım… Buna engel olacak her tür girişimin önlenmesi şart.

O nedenle bir yandan 28 Şubat MGK toplantısı ve alınan kararlar, öte yandan 15 Temmuz FETÖ kalkışması durmadan kullanılmakta; o nedenle millet ittifakı “zillet ittifakı” olarak nitelenmekte; o nedenle CHP, camileri ahır olarak kullanmaktan ezanı yasaklamaya kadar uzanan suçlara bulanmakta; o nedenle millet ittifakının adayları için PKK ile ilişkiler icat edilmekte ve seçimi kazansalar bile görevden alınacakları tehdidi savrulmakta.

Öte yandan bu gidişatın Cumhuriyet Türkiye’si için ciddi bir çizgi değişimi olduğu ve “Ortadoğululaşma” gibi bir tehlikenin varlığını olarak görenler için de bir “beka” meselesi var.

Bu çizgi değişiminin, yazan-çizen, konuşan-eleştiren hemen herkesi bekleyen gözaltına almalar, tutuklamalar ve ceza davalarının da gösterdiği gibi hukukun iflas ettiği, demokrasinin rafa kalktığı, toplumsal kamplaşmanın ciddi bir tehdit olarak büyüdüğü, gerçeğin yerini yalanların aldığı ve devlet yönetiminde laikliğin değil İslami değerlerin öne geçtiği bir değişim anlamına geldiği de ortada.

Bu çizgi boyunca ikiye ayrılmış toplumda her iki taraf için de kritik eşikler söz konusu ve varlığını koruma tehlikesi var. Bu nedenle benzer kaygı ve korkuları konsolide etmeyi amaçlayan ittifaklara ihtiyaç duyulması da kaçınılmaz.

Örneğin AKP iktidarı ve özellikle Erdoğan’a ilişkin bağlılık büyük ölçüde sürse de, FETÖ ile ilişkiler ya da tek adamlığın AKP içinde bile tasfiyelere yol açması gibi, hukuksuzlukların saklanamaz hale gelişi gibi, ekonomik sarsıntılar gibi nedenlerle sorgulamaların başladığı biliniyor.

İktidarda yana gazetecilerin bazıları bile “hukuksuzluğun bu kadarı 28 Şubat’ta olmadı “derken, bazıları “Müslüman camiada bozulan iklime” işaret etmekte, bazıları da “bu kadar kamplaşmanın kimseye hayır getirmeyeceğini” söylemekte…

Öte yandan muhalefet cephesinde de, örneğin başkanlık sistemine hayır diyenleri bir araya getirecek bir siyasal oluşum söz konusu değil. CHP’nin, çelişkili kimliği, yetersiz politikaları, seçimlerde gösterdiği adaylar nedeniyle uzun süredir hayal kırıklıklarına neden olduğu biliniyor; seçimlerde aldığı oy oranları da bunu göstermekte… İyi parti ve Saadet Partisi’nin ise geçen seçimlerde varlık gösteremedikleri ve bunu aşmak için bir ittifaka ihtiyaç duydukları ortada.

Oluşturdukları ittifakın, kendilerini aşan bir umut yarattığı da yadsınamaz. Bir yandan gelecek kaygısıyla CHP’ye ilişkin hayal kırıklıklarının hesabını benim gibi başka bahara bırakanlar var ve Batı’da HDP’nin kenara çekilmesiyle CHP’nin alternatifsiz kalması gibi siyasal gerçekler söz konusu. Öte yandan muhafazakar kesimde iktidarı sorgulamaya başlayan ve kararsız kalan seçmenlerin varlığı bilinmekte. Bu gerçeklerin millet ittifakının şansını arttırdığına kuşku yok.

Bu şansın iyi değerlendirilmesi de, demokrasiden ve hukuktan yana olanların en büyük dileği… Haydi oy vermeye…