Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu (STİSK) TBMM’de kabul edilerek Cumhurbaşkanı’nın onayına sunuldu. 6356 sayılı yeni kanun 2821 sayılı Sendikalar ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nun yerini alacak. 12 Eylül ürünü 2821 ve 2822 sayılı yasaların yerini alacak olan STİSK bu yasalarda var olan sınırlamalarda anlamlı bir iyileştirme sağlamadığı gibi yeni kısıtlamalara da yer vermiştir. Yeni yasa bir sendikal ayrımcılık ve yasaklar manzumesi niteliğindedir.

STİSK sendika kurma hakkı konusunda ayrımcı bir yaklaşıma sahiptir. Sendika kurma hakkını sadece işçi ve işverenlere tanımakta, emekliler, çiftçiler, işsizler ve ev eksenli çalışanların sendikalaşma haklarını güvenceye almamaktadır. Dahası yeni yasa işkolu esaslı sendikalaşma anlayışını korumaktadır. Böylece işyeri, meslek, federasyon ve bölge esaslı sendikalaşmaya olanak tanımamaktadır. Yasanın bu düzenlemeleri ILO ve Avrupa Konseyi normlarına aykırıdır.

İşkolu ve işyeri-işletme barajları ile sendikal ayrımcılık devam ettirilmektedir. STİSK işkolu ve işyeri-işletme barajları konusundaki ayrımcı ve yasakçı yaklaşımı devam ettirmektedir. Yasa işkolu barajını genel olarak yüzde 3 olarak düzenlemiştir. Ekonomik ve Sosyal Konseye (ESK) üye konfederasyonlara üye olmuş sendikalar için bu baraj 2016 yılına kadar yüzde 1 olarak öngörülmektedir. Gerek yüzde 3 gerekse yüzde 1 gibi barajlar pek çok işkolunda yetkili sendikaların dahi yetki kaybetmesine yol açacak kadar yüksektir. Öte yandan geçiş dönemde yüzde 1 uygulamasının sadece ESK üyesi sendikalarla sınırlandırılması ayrımcılıktır. Eşitlik ilkesinin ihlalidir. Adı ver kendi yok naylon bir yapı olan ESK üyeliğinin esas alınması saçmalığın daniskasıdır.

Yasanın yayım tarihinden Ocak 2013 tarihine kadar işkolu barajının uygulanmaması ise bir diğer saçmalıktır. Bu üç aylık muafiyetin gerekçesi nedir? Kuralsızlığın ve keyfiliğin daniskası ile yüz yüzeyiz. Bu düzenlemenin amacı Hak-İş üyesi olan ve işkolu barajı koşulunu yerine getiremeyen Medya-İş ve Öz Büro-İş sendikalarının toplu iş sözleşmesi yapmalarının sağlanmasıdır. Yasa adrese teslim yandaş sendikacılıkla ilgili özel bir hüküm içermektedir. Öte yandan yüzde 50+1 işyeri ve yüzde 40 işletme barajı sendikalaşmayı imkansız hale getirecek ölçüde yüksektir. Barajlarla ilgili sınırlamalar da ILO ve Avrupa Konseyi normlarına aykırıdır.

STİSK en büyük ayrımcılığı sendika özgürlüğünün güvencesi konusunda yapmıştır. Yasa 30’dan az işçi çalıştırılan işyerlerinde çalışan işçileri ve 6 aydan az kıdemi olan işçileri sendikal tazminat güvencesi dışında bırakmıştır. Genel Kurul görüşmeleri sırasında verilen bir önerge ile 30’dan az işçi çalıştıran işyerlerinde çalışan  ve 6 aydan az kıdemi olan işçilerin halen mevcut olan sendikal nedenle fesih halinde “sendikal tazminat” davası açma hakkı ortadan kaldırılmıştır. Bu düzenleme halen var olan uygulamanın da gerisine gidilmesi anlamına gelmektedir. Komisyon tarafından kabul edilen metin, iş güvencesi kapsamında olmayan işçilere de, sendikal nedenle fesih durumunda işe iade davası açabilme hakkının tanınmasını öngörmekteydi. Ancak görüşmeler sırasında verilen bir önerge ile bu hak geri çekilmiştir.

Bu düzenleme anayasanın eşitlik ilkesini ihlal eden bir başka ayrımcılık örneğidir. Bu düzenleme ile Anayasanın 51. Maddesinde yer alan sendikalaşma hakkının ihlali yaptırımsız kalmıştır. Yeri gelmişken bu düzenlemenin sendikaya üye olma hakkını ortadan kaldırdığına ilişkin değerlendirmeleri düzeltmek gerekir. 21.10.2012 tarihli BirGün’de de yer alan ve DİSK açıklamalarına dayandırılan “SGK’ye kayıtlı 12 milyon çalışandan 9 milyonu sendika hakkını kaybetti” ifadesi eksik ve yanlış anlaşılmaya müsaittir. Sendikaya üye olma hakkı ortadan kalkmamıştır. Sendikalaşma nedenli işten çıkarmalarda sendikal tazminat hakkı sınırlandırılmıştır. Söz konusu işyerleri için mutlak bir sendikalaşma yasağı söz konusu değildir.

Yasanın bir diğer ayrımcılığı toplu iş sözleşmesinin düzeyine ilişkindir. Toplu pazarlık düzeyi, işyeri-işletme olarak bırakılmış ve işkolu ve ülke çapında toplu iş sözleşmelerine olanak tanınmamıştır. Yasa toplu iş sözleşmesi yetki sisteminde de  değişikliğe gitmemiştir. Halen var olan yetki sistemi (bakanlık tarafından verilen ve belgelere dayalı olan; itiraz durumunda yetki işlemlerini durduran) sendikal örgütlenme ve toplu pazarlık önündeki en önemli engeldir. Böylece yetki fiilen işverenin inisiyatifine bırakılmaktadır.

STİSK grev hakkının özünü sınırlayan hükümlere yer vermiş ve sınırlamaları genişletmiştir. Kanuni grev tanımı dışında kalan bütün grevler kanunsuz ilan edilmiştir. Böylece toplu sözleşme görüşmeleri aşaması dışında hiç bir greve olanak tanınmamıştır. Yasa bankacılık, şehir içi toplu taşıma, doğalgaz ve petrol üretimi gibi ILO normlarına göre “zorunlu hizmet” sayılamayacak ve grev yasağı kapsamına alınamayacak işlerde grev yasağını korumuştur. Yasa “genel sağlık ve milli güvenlik” gerekçesiyle hükümete grev erteleme yetkisi tanıdığı gibi, halen var olan “grev ertelemesi” kararına yargı itirazı hakkını da ortadan kaldırmıştır.

Özetle yeni kabul edilen STİSK 12 Eylül ürünü 2821 ve 2822’de var olan esaslı yasak ve ayrımcılıkları sürdüren ve sermaye örgütlerinin çizdikleri sınırları aşamayan bir düzenlemedir. Dağ fare doğurmuştur. 12 Eylül 2010 referandumu ile sendikal hakların genişleyeceğine inanan ve bize değil AKP’ye güvenen arkadaşlara duyurulur.