Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Türkiye’de yıllar önce “AKP-AK Parti” tartışması başladığında, dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, “AKP ak değil ki AK Parti diyelim” demişti.

CHP, son dönemde tutum değiştirdi. Parti yönetimi, Anayasa değişikliğine ilişkin halkoylaması sürecinde, “AKP demeyelim, AK Parti diyelim” demeye başladı. Bu keskin dönüşün gerekçesi, “AKP’li yurttaşları incitmemek, onların da gönlünü kazanmak” diye açıklandı. Konuyu son Anayasa değişikliği sürecinde gündeme getiren CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, partisinin yeni yaklaşımını şöyle dillendirmişti:

“Alışılagelmiş üslubumuzu ve yöntemimizi bırakacağız. Çok açık, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy veren en az yüzde 20 seçmenin oyunu almaya ihtiyacımız var. Bu oyu alabilmek için başka çaremiz yok. O zaman onların önem verdiği değerleri, onları rahatsız edecek şekilde sarsmayacağız. Mesela ‘AKP’ demeyeceğiz arkadaşlar. Konuşurken ‘AK Parti’ diyeceksiniz. Halkoylamasında ‘Evet’ diyecek olan Adalet ve Kalkınma Partiliyi ‘Hayır’a ikna etmek için konuşmaya başladığında neye ihtiyacın var? Dinletmeye ihtiyacın var. ‘AKP’ dediğin anda dinlemiyor.”

Yani dilsel bir konu, halkoylaması sürecinde CHP’nin propaganda çalışmalarının taktik bir manevrasına dönüştürüldü.

Peki, bu yeni söylem ne kadar işe yaradı?

CHP “AKP” değil de “AK Parti” dedi diye, bu partinin yandaşları halkoylamasında “Evet”ten vazgeçip “Hayır”a mı yöneldiler?

•••

Ana muhalefet partisi olarak CHP’nin en büyük sorunu, özgüven ve cesaret eksikliğidir. Tüm politikalarında, “Aman böyle yaparsak ne derler?” kaygısı egemen. Doğru olanı halka kararlılıkla anlatmak yerine, demagojik suçlamalardan çekinerek savunmacı bir çizgi izliyorlar. Bu da her konuda mevzi yitirmelerine yol açıyor.

16 Nisan’da hileli bir halkoylamasına tanık oldu ülkemiz. “Hayır” oyları, sandık oyunları ve mühürsüz pusulalarla yok sayıldı. Halk o gece öfke patlaması yaşarken, CHP yönetimi sessiz kalmayı yeğledi. RTE’nin deyimiyle “Atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra”, Kılıçdaroğlu’ndan, “Biz bu sonuçları tanımıyoruz, tanımayacağız!” açıklaması geldi. Gecikmiş bir çıkıştı. Üstelik arkası gelmedi. Ortalık yatıştıktan sonra, “tanımayacağız” sözü büsbütün unutuldu. Oysa hileli halkoylamasının yenilenmesi için tarihsel bir fırsat doğmuştu. CHP o gece halka doğru önderlik edebilseydi, Türkiye’de çok şey değişirdi…

•••

RTE, bir süre önce “büyük aşk”ına, yani kurucusu olduğu partinin başkanlığına yeniden kavuştu. Aslında hiç ayrılmamıştı ya, neyse… O artık resmen AKP Genel Başkanı...

(Bakın, Recep Tayyip Erdoğan’ın kısaltmasını RTE diye yazıyoruz ama kimse kızmıyor. Çünkü o, tescilli bir marka. Peki, AKP deyince neden rahatsız oluyorlar?)

Deniz Baykal, şimdi soruyordur herhalde partisine:

-Arkadaşlar, AKP “aklandı” mı ki “AK Parti” demeye başladık?

CHP, bu kıvrak dönüşüyle AKP’den teşekkür bekliyordu. Ama tersi oldu. Parti sözcüleri ve yandaş gazeteler, “CHP 15 yıl sonra doğruyu gördü, dilini değiştirdi” diye alaycı bir tutum sergilediler…

•••

Daha önce de birkaç kez yazdık: Açılımı “Adalet ve Kalkınma Partisi” olan kurumun yerleşik Türkçe dilbilgisi kuralına göre kısaltılmış adı “AKP”dir. Bunu böyle söylemek, o partiye yakınlık duyanları neden incitsin? AKP de başlangıçta aynı kısaltmayı kullanıyordu zaten. Cumhuriyet Halk Partisi’nden “CHP”, Milliyetçi Hareket Partisi’nden “MHP” diye söz etmek ne denli olağan bir kısaltma yoluysa, aynı şey AKP için de geçerlidir. Can Yücel ustamızın dediği gibi, bir şeyi adlı adınca anmak ayıp değildir. Ama ille de ayıp arıyorsanız söyleyelim: CHP’ye “Ce Ha Pe”, MHP’ye “Me Ha Pe” demek, Türkçe açısından büyük ayıptır!

Şimdi biz “AKP-AK Parti” ikilemiyle uğraşırken, Nuray Mert, yeni söylemiyle işi daha da karmaşık duruma soktu. Ünlü “Yetmez Ama Evet”çimiz, bir dönem ateşli savunucusu olduğu AKP’den bugünlerde yüz çevirse de eski gözağrısına “AK Parti” demekten vazgeçmedi. Biz tam buna alışmak üzereyken, bu kez “AK Partisi” diye bir söylem icat etti! Birkaç yazısından örnekleyelim:

-“AK Partisi’nin devraldığı miras bu idi, eski İslamcılar pragmatik nedenler ile de olsa, Türkiye reformuna talip oldukları ölçüde destek buldular, dış siyasette de önleri açıldı. (…) AK Partisi iktidarının, siyasi kalitesinin ne ölçüde düşüş içinde olduğu ortada.” (“Dişli Siyasetten İçli Siyasete”, Cumhuriyet, 9 Ekim 2015)

-“Ancak benim muhalefet anlayışım ak-kara biçiminde değildir, dahası şahıslara husumet beslemem, AK Partisi ve Erdoğan’ın siyasetine, zihniyetine itirazım, öteden beri savunduğum başörtüsü başta din ve vicdan özgürlüğü konularındaki görüşlerimi hiçbir şekilde etkilemez.” (“Erdoğan’a Hayranlık, Doğan Medya’ya Yakınlık”, Cumhuriyet, 30 Eylül 2016)

-“Epeyce zamandır AK Partisi destekçisi kalemler de, bu konuda pek ‘şikâyetçi’, artık kimi kime şikâyet ediyorlarsa!” (“Kültür Meselesi”, Cumhuriyet, 6 Ocak 2017)

Nuray Mert, “Ben sosyalisttim!” diye caka sattığı dönemde “AKP” diyordu. RTE aşkıyla liberal koroya katılınca “AK Parti” demeye başladı. Şimdilerde yeniden “muhalif” ya, yine fark yaratmak istemiş! O yüzden de “AK Parti” yerine “AK Partisi” diye bir ad uydurmuş!

Eh, AKP’yle bir kez daha barışırsa, bundan sonraki söylemi de herhalde “AK-PAK Partisi” olur!