Dünya’da isyanlar yaşanırken Türkiye’ye bakmak ilginç olsa gerek. Dünya toplumsal hareketlilik içinde, Türkiye’de bitmeyen bir savaş ve acı var...

Dünya’da isyanlar yaşanırken Türkiye’ye bakmak ilginç olsa gerek. Dünya toplumsal hareketlilik içinde, Türkiye’de bitmeyen bir savaş ve acı var. Dünya, sistem kavgasına giriyor yavaştan, Türkiye ise kendi derdinden başını kaldıramıyor. Ekonomisi çoktan küreselleşti ama bakış açısının, anlam dünyasının dıştan çok içine, kendine açıldığı da ortada.

2008’deki finansal kriz sonrası, “asıl krizler başka yerlerde; yanlışlıklar da yönetimde değil, sistemde, sistemin mantığında’ demek elzem oldu” diye başladığım kitapta,[1] ipten kazıktan kopmuş kapitalizmin krizlerinden önce krizleri hiç bitmeyen kalabalıkları ve durumları ortaya sermeye çalışırken, ortaya çıkan ahval depremlerden sonra isyanların geleceği de ortaya çıkıyordu.

Özellikle, gelişmiş kapitalizmin gelişmekte olan ülkelerdeki “vahşi kapitalizm” karşısında, kendi ayrıcalıklarını koruma olanağı azalırken bunun faturasının güçsüz kalabalıklara çıktığı ve buralardan birşeyler bekleneceği ortadaydı. Örneğin bu ülkelerdeki aydınlar, bizim ülkemizle kıyaslanamayacak ölçüde dünyayla ilgili ve olup biteni analiz etme çabasında ve gelecekten kaygılıydılar. Bu ülkedeki halklar da daha bireyselleşmiş, haklarının bilincinde ve olup bitenin daha farkındaydılar.

Bu nedenle Wall Street’i İşgal eylemi şaşırtmadı beni. Aslında çarpıklığı, adaletsizliği bu kadar meydana çıkmış bir sisteme insanların baş kaldırmasına değil, büyük çoğunluğun bu kadar adaletsizliğe baş eğmesine, bu kadar varlık içinde bu kadar yokluk yaşamaya razı olmasına şaşmak gerek. Zuccoti Park’a toplananlar ve onları Amerika’da, Avrupa’da izleyen kalabalıklar da, insanın yerine parayı, karı koyan mantığa karşı çıkarken haklı olduklarını biliyorlar; bunu bildikleri için de güçlüler.

Örneğin yeni işler yarattığı için övülen ABD’de ücretli çalışanların % 25’i düşük ücretli işlerde çalışırken, bunların % 25’i de yoksulluk çizgisinin altında. Toplumun önemli bir kısmının gelecek korkusu içinde olduğu da anlaşılmakta. 2007 yazında yapılan Gallup araştırması, ABD’de durumundan memnun olanlar % 24’te kalırken, memnun olmayanların % 74’e ulaştığını göstermekte.

Bu nedenle, sokağa çıkanların arkalarında şimdilik onları evlerinden, ofislerinden seyretseler de, içlerinden “bu gençler haklı” diyen ve benzer kaygıları yaşayan kalabalıklar olduğuna kuşku yok.

Bu olayların Türkiye‘deki etkisi, yansıması ne olabilir diye düşünmemek de mümkün değil. Geçen akşam ABD’de ve Avrupa’daki eylemlerin tartışıldığı bir TV programında, konu bu olayların Türkiye’deki etkisine gelince ne diyeceker diye meraklandım.  Konuşmacılardan biri, kendinden ve söylediğinden çok emin bir biçimde Türkiye’de halkın sokağa dökülmesinin bekenemeyeceğini söyledi. Nedeni de halinden memnun oluşuymuş! Sağlık reformu yapılmış, yoksulluk yardımları artmış vs. Bak sen! Türkiye’de halkın sokaklara dökülmesinin beklenmeyeceği söylenebilir tabii; ancak bunun nedenlerini halkın halinden memnun oluşuna bağlamak!

Hadi, herkesin iyi bildiği sosyo-ekonomik koşul ve sorunları görmek de, bu konulara girmek de istemiyor diyelim. Toplumsal, tarihsel, kültürel gelişmeler de uzun iş! Yasaklar, darbeler, baskılar bir yana, yıllardır sürdürülen “sürü eğitimine” dokunmak da muhataralı.

İyi de, onca yıldır yaşadığı Kürt sorunu, karşılaştığı ölümler, acılar, kayıpları düşünmek bile, hem halkın memnuniyetinden söz ederken durup düşünmeyi hem de halkın sosyal, psikolojik konumunu hesaba katmayı gerektirmiyor mu?

Örneğin memnuniyetten söz edileceğine, çözülemeyen Kürt sorununun ve devam eden acıların yarattığı yılgınlık, içe kapanıklık ve öteki sorunlara ilgsizlikten söz edilse daha doğru olmaz mı?

Örneğin, askeri darbeler, bitmeyen yasaklardan sonra yıllardır sürüp giden savaş ve terörle uğraşan bu ülkede insanların başını çevirip dünyada olup bitenlere bakacak hali mi var diye sorulsa daha anlamlı değil midir?

Daha dün 24 bu tarafta, 21 öte tarafta olmak üzere 45 can verdik. Tüm programlar, tüm gazetelerde manşet haber. İyi de, 40 bine ulaşan can kaybının bu topluma nelere mal olduğunun idrakine varamıyor ve bunu önemsemiyorsak, ölümleri manşet yapmanın, savaşa ve teröre lanet okumanın anlamı ne?

Ne demeli! Gelişmiş kapitalizmle vahşi kapitalizmin farkı gibi, gelişmiş iüke aydınıyla gelişmekte olan ülke aydını arasında bir nitelik farkı var demek. Bir tarafta, belki de doyulduğundan, artık yalnız ülke değil insan ve dünya kaygısı duyuluyor. Beri tarafta, para ve iktidar gözleri daha kamaştırdığı gibi, insana, topluma ve yeryüzüne neler olup bittiğinden kaygılanmaya da sıra gelmiyor (mu)!

[1] Meryem Koray,”Kapitalizm Küreselleşirken Dünya Ahvali”, Ayrıntı Yay. 2011.