Türkiye toplumu ilk bakışta burnuna kadar siyasete gömülmüş bir durumdadır. Kutuplaşmış, ayrışmış, taraflaşmış, televizyonda günde beş vakit “Reis”i dinlemeye mecbur bırakılmış, olağanüstü halin olağan hale geldiği ve süreklileştiği bir ortamı teneffüs eden, daha önce adını bile duymadıkları Ortadoğu ülkelerindeki ya da şehirlerindeki hadiseleri dahi takip eder hale gelmiş, siyasi gelişmelerin döviz kuru üzerindeki etkisini ölçüp biçmeye çalışan, TV dizileriyle yeniden inşa edilen tarihin ve sağcılığın hamaset edebiyatının her gün başından aşağı boşaltıldığı bir toplum manzarası vardır karşımızda.

Ancak bu siyasete boğulma hali, ilk bakıştakinden farklı olarak, bir siyasetsizlik siyasetiyle el ele gitmekte, iktidar siyasetsizliğin siyasetini topluma dayatmakta, iktidarını böyle devam ettirmektedir? Peki ne demektir siyasetsizlik siyaseti, ne demek istiyoruz tam olarak?

Siyasetsizlik siyaseti, siyasetin söyleminin ve icra ediliş biçiminin kırmızıçizgilerinin bizzat iktidar partisi tarafından çizilmesi/belirlenmesi ve bunun dışına çıkan herhangi bir siyasi söylem ve pratiğin daha baştan etkisiz hale getirilmesi, imkânsızlaştırılmasıdır. İktidar çok bilinçli bir şekilde son derece hayati meseleleri siyaset-üstü, siyaset-dışı olarak sunmakta ve böylelikle tekeline almakta, sözü ve eylemi kuşatarak sahiplik iddia etmektedir.

Daha da somutlaştıralım, “yerli ve milli siyaset” denilen şey tam olarak sözünü ettiğimiz siyasetsizlik siyasetine tekabül etmektedir. Buna göre, öyle meseleler vardır ki, bu meselelerin “milli” nitelikleri, üzerlerine aykırı bir söz söylenmesini imkânsız kılar. İktidar bu “milli meseleler”de, “milli bir duruş”, “milli bir refleks” sergilemekte, muhalefetin iktidarın buna dair icraatlarını eleştirmesi ise “vatana ihanet,” “gayri millilik”, “dış mihrakların uzantısı olmak”, “terörle işbirliği yapmak” vb. anlamlara gelmektedir. Dolayısıyla muhalefetin söylem ve eylem alanı “millilik” kafesine hapsedilmeye çalışılmakta, bu kafesten çıkmaya dair her türlü girişim ise az önce söylediğim üzere anında kriminalize edilmekte, bir suç olarak gösterilmektedir.

Bunun son örneği, CHP İstanbul İl Başkanlığı seçimleri sonrasında yaşananlardır. Canan Kaftancıoğlu’nun seçilmesine verilen tepki, hayır, ziyadesiyle naifçe iddia edildiği üzere “kaybetme korkusu”ndan kaynaklı değildir, “siyasetin yerli ve milli sınırlarını” çizmeye yönelik girişim için son derece kullanışlı bir araç olduğu düşünüldüğünden, yandaş medya ve iktidar cenahı bu seçim üzerine böylesine büyük bir gümbürtü koparmıştır.

Kaftancıoğlu’nun hedef tahtasına yerleştirilmesinde kullanılan argümanlar, hem “yerli ve milli siyaset”in ne olduğunu, hem de bu siyasetin dışında kalanların nasıl “düşman” olarak kodlandığını ve bu kodlamanın yöntemlerini göstermesi açısından muazzam birer örnektir. Yüzü kapalı ve polise taş atmaya hazırlanan bir kadının fotoğrafının Kaftancıoğlu olduğu iddiasıyla dolaşıma sokulması ve vurulan “terörist” damgası, eşinin domuz eti yemesinin bir suç gibi gösterilmesi ve yaratılan “gavurluk” algısı, Demirtaş fotoğrafının ya da Kürt sorununa dair iktidar söyleminin dışında bir söz söylemenin “bölücülük” olarak sunulması, sözünü ettiğim söylemin ve pratiğin nasıl işlediğini çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır.

Tersinden örnek ise Ümit Kocasakal’ın CHP genel başkanlığı adaylığına iktidar cenahından verilen olumlu tepkidir. 1923 Cumhuriyet’ini yıkanların “CHP Atatürk’ün partisi olmaktan çıktı” cümlesini kurabilmelerindeki riyakârlığı not ederek söyleyelim, iktidar “Muhalefet mi yapacaksınız, buyurun yapın ama bizim çizdiğimiz çerçevede olacak” demekte ve Kocasakal’ın “yerli ve milli muhalefet” için uygun bir aday olduğunu düşünmektedir. Örnek olsun, “yerli ve milli muhalefet”ten beklenen Sarraf davasını “milli bir dava” olarak görmesi, iktidarın kendi beka mücadelesini ülkenin beka mücadelesi gibi sunmasına alkış tutması ya da Afrin operasyonunu hararetle desteklemesidir. Yazının başında söylemiş olduğumuz üzere, kimi meseleler siyaset-üstüdür ve bu meselelerde iktidarın desteklenmesi kaçınılmazdır, muhalefeti “yerli ve milli” yapan da tam olarak budur.

Bu sınır çizme faaliyetinin doğal sonucu siyaset yapamaz hale gelme, siyasetsizleşme olduğuna göre, muhalefetin temel meselelerinden biri bu kırmızıçizgilerin dışına çıkmak, “millilik kafesi”ne konulmayı reddetmek ve iktidarın yerlilik ve millilik iddiasını kısa devreye uğratarak hükümsüz kılacak bir siyaseti var etmek, bir seçenek haline getirmektir. Siyasetsizleştirme siyasetine karşı elimizdeki tek araç böylesi bir hakikat siyasetidir.