28 Mart 2006’da, 4 HPG’li için düzenlenen cenaze töreninin ardından Diyarbakır’da başlayan ve çevre illere yayılan gerginlik, günler süren çatışmalara neden olmuş ve 7’si çocuk 13 kişi hayatını kaybetmişti. Kimyasal silah kullanıldığına dair şüphelerin arttığı cenaze öncesi başlayan gerginlik, tören sonrasında halk ve güvenlik güçleri arasında taş ve gaz bombalarının havada uçuştuğu bir meydan savaşına dönüşmüş, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, devletin kararlılığını “Kadın da olsa, çocuk da olsa gereken yapılacaktır” sözleriyle belirtmişti. Birçoğu kurşun ve gaz fişekleri nedeniyle hayatını kaybetmiş olsa da yalnızca 8 yaşındaki Enes Ata ve 14 yaşındaki Mahsun Mızrak adına dava açılabildi. Diyarbakır Valiliği 2009 yılında ‘görevlerini yerine getirdiklerini’ ileri sürerek 3 polis memuru hakkında soruşturma izni vermemiş, ancak yapılan itirazı kabul eden Bölge İdare Mahkemesi Valiliğin kararını kaldırmıştı. Davanın görülmesine 2010 yılında başlandı. ‘Olası kast sonucu ölüme neden olmak’ suçundan hapsi istenen 3 polis memuru tutuksuz yargılanıyor ve halen görev başındalar.

Duruşmalar boyunca davanın seyrini değiştirecek önemdeki delillerin kaybedildiği görüldü. Mahkemenin Emniyet’ten talep ettiği olay tarihine ait telsiz kayıtları silinmiş ve mahkemeye gönderilen bir tutanağa göre, Enes’in kıyafetlerinin herhangi bir mahkeme kararı olmadan imha edildiği ortaya çıkmıştı. Avukatların tutanağı düzenleyenler hakkındaki suç duyurusu ve kuvvetli suç şüphesi nedeniyle sanıkların tutuklanması talebi mahkeme tarafından reddedildi. Mahsun’un kafatasından çıkarılan gaz fişeğinin

adli emanette değiştirilerek yerine av tüfeği fişeği konulduğu tespit edildi ve bununla ilgili soruşturma başlatıldı. Yine, Enes’in ölümüne neden olan delil niteliğindeki gaz fişeğinin adli emanette bulunamadığı belirtildi. Konuyla ilgili suç duyurusunda bulunulmasına karar veren mahkeme, sanıkların tutuklu yargılanması üzerine avukatlarca yinelenen talebi bir kez daha geri çevirdi. Geçen 2 yılın ardından soruşturma önceki gün sonuçlandı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, 8 yıllık ‘zaman aşımı’ süresini gerekçe göstererek adli emanetteki görevli memur hakkında takipsizlik kararı verdi.

Mızrak ailesinin, etkin soruşturma ve yargılama yapılmadığı gerekçesiyle AİHM’ye yaptığı başvuru, AİHM’nin Türkiye’yi, ‘yaşam hakkını ihlal etmekten’ ve ‘etkin soruşturma yapmamaktan’ suçlu bulmasıyla sonuçlandı. Faillerin tutuksuz yargılanması, ses kayıtlarının silinmesi, suç delillerinin adli emanette kaybolması ve AİHM kararına rağmen savcı; delillerin incelenmesi sonucu iki çocuğun ölümlerine sebebiyet veren eylemlerin sanık polisler tarafından gerçekleştirildiğine dair yeterli delil elde edilmediğinden, polislerin beraatlarına karar verilmesini talep etti. Bir sonraki duruşma 11 Mayıs’ta görülecek. 11 yıllık süreç göz önünde bulundurulduğunda davanın sanık polisler lehine sonuçlanması ne yazık ki sürpriz olmayacak. Türkiye, özellikle sanık sandalyesinde güvenlik güçlerinin oturduğu davalarda, adil ve etkin yargılama gereklerini yerine getirmediği gerekçesiyle, AİHM tarafından düzenli olarak tazminat ödemeye mahkûm ediliyor. İç hukuk yolları, bir tür cezasızlık politikasıyla yüzüne kapatılan yurttaş, adalet arayışını uluslararası mahkemeye taşımaktan başka çare bulamıyor. Kuvvetli şüphe ve delillere rağmen görevden alma, tutuklama ve cezalandırma gibi süreçler; yeni suçlara cesaret verircesine, işletilmiyor. Dolayısıyla Türkiye’nin ‘varsayalım’ adalet gündemi, sonu başından belli davalarla çökmeye, vicdanlarda onarılmaz yaralar açmaya devam ediyor.

Bunlardan bir diğeri de, Gezi Parkı eylemleri sırasında evinin sokağında polisin attığı gaz fişeği sonucu yaralanan ve 269 gün boyunca yaşam mücadelesi verdikten sonra 14 Mart 2014’te, 15 yaşında hayatını kaybeden Berkin Elvan. Hazırlanması 1270 gün süren iddianameyle, polis memuru F.D. hakkında ‘olası kastla öldürme’ suçundan dava açıldı. İlk duruşma 6 Nisan günü saat 09.30’da İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde görülecek. “Biz hem tetiği çekenin, hem de emri verenin hesap vermesini istiyoruz” diyen Elvan ailesinin talebi, Berkin için olduğu kadar, Enes, Mahsun, Ali İsmail ve yitirdiğimiz bütün çocuklar adına yapılmış bir adalet çağrısı.