Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

1990’larda tanıştığımız “medya” kavramına henüz Türkçe bir karşılık bulamadan, “sosyal medya” diye bir başka olgu girdi yaşamımıza…

Sahi, ne demek “sosyal medya”?

“Medya”nın kendisi zaten “sosyal” bir ortam değil mi?

Basın-yayın alanının toplumsal nitelik taşımaması düşünülebilir mi?

Öyleyse nereden çıktı bu “sosyal medya” adlandırması?

Geleneksel medya “asosyal” mi oluyor bu durumda?

Toplum olarak zihinsel bir tembellik içindeyiz; hiçbir şeyi sorgulamıyoruz.

Birileri “sosyal medya” diye anlamsız bir yakıştırmada bulunmuş, biz de hemen atlamışız üstüne!

Toplumsal iletişimin sanal ortamdaki karşılığıdır “sosyal medya” dedikleri… Geleneksel medyadan farkı; “YouTube”, “Facebook”, “Twitter”, “Linkedin”, “Instagram” gibi platformların doğrudan iletişim sağlayıcı, katılımcı ve paylaşımcı olmalarıdır…
Biz bu ortam için neden “sanal basın” ya da “bilgisunar basını” demiyoruz?

***

Eskiden “Fısıltı Gazetesi” vardı. Hükümetlerin duyulmasını istemediği, hatta “yayın yasağı” getirdiği haberler kulaktan kulağa büyük bir hızla yayıldığı için “tirajı en yüksek gazete” denirdi fısıltı gazetesi için.

Şimdi “Sosyal Medya” almış “Fısıltı Gazetesi”nin yerini.

Çünkü -birkaçı dışında- ülkede okunacak gazete, izlenecek televizyon kanalı kalmadı!

Basın-yayın ortamı büyük ölçüde AKP’nin çöplüğü!

“Yandaş medya”, “havuz medyası”, “çamur medyası” falan derken koca bir bataklık oluştu ülkede!

İnsanlar doğru habere ulaşabilmek ve kendilerini ifade edebilmek için sanal iletişim ortamlarına yöneldiler. Oralarda paylaşıyorlar görüşlerini, düşüncelerini, tepkilerini…

Bu durum çok kızdırıyor Saray ahalisini.

O yüzden, “sosyal medya tam bir çöplük” diyor Erdoğan.

Sanal ortamın çok masum olmadığını biz de biliyoruz. Ne ki insanlara başka seçenek bırakmadınız! Besleme basının yalanlarından bıkan yurttaşlar artık kendi bloglarını, forumlarını, iletişim kanallarını yaratmaya başladılar.

“Kral çıplak!” diye haykıran yeni bir medya ortamı oluştu. Öfkeniz, korkunuz bundan!

“Ak troller”in, kadrolu tetikçilerin “haysiyet cellatlığı”na ses çıkarmayanlar, şimdi “sosyal medya”dan yakınıyor!

Siyasal iktidarlar, özgür ve bağımsız haber kanallarını baskı altına almaya çalıştıkça, insanlar yeni iletişim araçları ve olanakları yaratmaktan geri durmayacaklardır.

Çünkü gerçekler devrimcidir; onları sonsuza dek perdeleyemezsiniz!

HAFTANIN NOTU

Muzaffer abi için

Toplumsal mücadele tarihimizin iki önemli insanını üç gün arayla yitirdik. Şekibe Çelenk’in ardından Sol Yayınları’nın sahibi Muzaffer İlhan Erdost da 25 Şubat günü ayrıldı aramızdan. Acımız ikiye katlandı.

Muzaffer Erdost, 12 Eylül darbesinden sonra üst üste büyük acılar yaşadı. Kardeşi İlhan Erdost, 7 Kasım 1980’de Mamak Askeri Cezaevi’nde dövülerek öldürüldü. Son yıllarda ise eşini ve oğlunu yitirmişti. Bilge aydın kişiliğiyle göğüs gerdi tüm acılara…

Muzaffer Abi’yi Karanfil Sokağı’ndaki İlhanilhan Kitabevi’nde, sürekli olarak Sol Yayınları’nın yeni basımlarının düzeltilerini yaparken görmeye alışmıştık. Özellikle 7 Kasım’larda dostları onu hiç yalnız bırakmazdı.

Birkaç gün önce Şekibe Çelenk’in Karşıyaka’daki cenaze törenine katılmış ve gömütü başında yaptığı “veda konuşması”ndan sonra ölmeye yatmıştı...

40 yıldır özlemini çektiği can kardeşi İlhan Erdost’a ve yürekten bağlı olduğu Çelenk çiftine kavuştu artık...

Muzaffer Erdost, sol yayıncılığın ülkemizdeki öncülerinden biri olmanın yanı sıra “İkinci Yeni” şiir akımının da “isim babası” olarak hep sevgiyle anılacaktır.

Başta kızı Suları olmak üzere sevgili yeğenleri Alaz’ın ve Türküler’in acısını paylaşıyorum.