Fazla bir isteğimiz yoktu. Alt tarafı daha iyi olmasını dilediğimiz bir yıldı. Sıradan hayatlarımızın sıkıntılarını dile getirmekten çoktan utanır olmuştuk. O ‘büyük resmin’ içinde küçük küçük erimiştik. Giderek meydanlardan sokaklara çekildik. Mahallerden evlere kapandık. Kalabalıklardan uzakta, yalandan bir güven duygusu geliştirdik. Gerçek değildi, kısa sürüyordu, tedavi etmiyordu. Bunu evde yemek yaparken, kitap okurken, bulaşık yıkarken ansızın sıkışan göğsümüz söylüyordu bize. 31 Aralık 2016 akşamı, omuzlarının ağırlığını koltuğun minderine dökmüş pek çok insan, kucağındaki meyve tabağına kabuk yığarken, televizyonda geçmiş yeni yıl eğlencelerinden derlenmiş görüntülere bakıyordu. 1983 gecesi TRT’de Altan Erbulak güldürmüş bizi. Sonra Zerrin Özer’in şarkısına eşlik etmişiz. Cüneyt Arkın film setinden bir anısını paylaşmış. Halit Kıvanç sunmuş, Nurhan Damcıoğlu “neşe getirdim size, ağlamak niye niye” diyerek dans etmiş. 1984’de Zeki Müren “ülkemiz için, milletimiz için, dünya insanları için en güzel olayları getirsin” demiş. 1986’ya girişimizi TRT ekranından duyuran Gülgün Feyman “kardeşlik ve dostluk çiçeğini yeşertmek için barışı beklemek ne yüce bir umuttur; gönlünüzde barış, yüreğinizde sevgi bol olsun” diye seslenmiş. Yüzümüzde tatlı bir gülümsemeyle ekrana bakarken, varlığını bir an için unuttuğumuz taş böğrümüzde kımıldadı. Elimizdeki kurumuş mandalinayı tadı kaçmış ağzımıza bıraktık. 30 yıl önce devlet televizyonundan en yüce umut olduğu dillendirilen barış talebinin parmaklıklar ardında tutulduğu 2017’ye girmek üzereydik. Sonra ruhumuzun masasını devire devire bir hayal geçti içimizden. Ne vardı sanki bugün çocukların okullarda yeni yıl kutlamasının yasaklandığı gecede değil de Adile Naşit’in bütün yavrularını sevgiyle kucakladığı yılda olsaydık... Değildik. Biz çocukların onar onar tecavüze uğrayıp öldürüldüğü yıldan gelmiştik. Ardı arkası kesilmeyen terör saldırılarında yüzlerce insanımızı kaybettiğimiz yıldan gelmiştik. Hayat neşemiz gasp edileli beri kurumuş çiçek gibi dökülüyor umudumuz. O gece Reina’da, gülüşünü, sevişini, umudunu belki henüz kaybetmemiş, inadına ayakta tutmaya çalışan insanların, ekmeğinin derdinde

çalışanların üzerine kurşun yağdı. İyi bir yıl dilemeyi gerçekçi bulmayıp, öncekinden daha iyi olsa yeter bize demiştik. Bu mütevazı dileğimiz henüz 2017’nin ilk saatlerini yaşarken 39 insanla birlikte katledildi. Üstelik, daha da kötü olmayacağına dair en ufak bir işaret bile yok. Bir ülkenin içinde birbirinin ölümüne “oh olsun geberdi” diyen insanlarız. Herkes kendi mahallesinde, kendi kaybının yasında. Korkuyoruz. Endişeliyiz. Toplumsal huzur ve mutluluğumuzu yitirdik. Hukukun bıraktığı boşluğu linçci barbarlar dolduruyor. Önüne geçilemeyen, bataklığı kurutulamayan terör ülkeyi sonunda kimsenin bir şey elde edemeyeceği kaosa doğru sürüklüyor. Büyük bir acı ve gürültüyle parçalanıyoruz. Barışı, onun en büyük düşmanı olan kaosa teslim etmenin sonuçları telafi edilemez, büyük bir yanılgının aksine, hiçbir zümreye ayrıcalık tanımadan, hepimiz için korkunç bir trajediye yol açar. Tarih, insanlığın bu korkunç deneyimleriyle dolu. Kitaplar, yaratılan korku bulutunun içinde kalanların dün yüz yüze baktığı komşusunu bugün nasıl boğazladığını anlatan tanıklıkları yazıyor. Ortaya salınmış bir kötülükle insanların nasıl canavarlaştığını bilecek kadar çürümüşlüğe vakıfız. O halde ne yapacağız? En iyisi için çalışacağız. İhtiyacı olana el uzatarak, ruhunu besleyerek, sanata yakınlaşarak, doğruyu söyleyerek, sokak hayvanları için kulübe yaparak, bozuk mal satmayarak, yardım ederek, nazik olarak, sarılarak, etki alanımızı elimizden gelenin en iyisini yaparak ve severek, daha çok severek genişleterek... “Ben de varım”, demekten, barış ve demokrasi talebini dillendirmekten, hayata sahip çıkmaktan asla vazgeçmeyerek... John Berger bir söyleşisinde Fotokopiler’de Simone Weil’e gönderme yaptığını söyler. Weil’i insanların acısına karşı çok duyarlı ve palavralar yerine pratik önlemler öneren biri olarak tanımladıktan sonra şu cümlelerine değinir: “Eğer birileri acı çekiyorsa sözcükler ne yapabilir? Sadece acının hikayesini anlatabilir, iç dünyada olanları bir ok gibi dış kabuğu yararak dışarı çıkarabilir. Hep duyabileceği şu soruyu gündeme getirebilir: Neden yaralandım?” Yaralarımızı sarmak için birbirimize ihtiyacımız var.